Görsel Estetik Ders Notları – Kompozisyon

Görsel Estetik Ders Notları – Kompozisyon

Görsel Estetik Ders Notları – Kompozisyon
Yayınlama: 22.12.2022
6
A+
A-

Görsel Estetik Ders Notları – Kompozisyon

İnsanoğlunun bugünkü biyolojik yapısını almasının milyarlarca yıl aldığı, buna karşın bu konuyla ilgili inceleme sonuçlarının 10.000 yıl önceki insanın biyolojik yapısıyla günümüz insanın biyolojik yapısı arasında çok önemli bir fark olmadığı yönündedir. Ancak 10.000 yıl önceki insanın sosyal yaşam biçimiyle günümüz insanının sosyal yaşam biçimi karşılaştırıldığında, çok büyük farklılıklar olduğu da yadsınamaz. Özde bu farklılıklar, insanın, insanoğlunun öğrendiklerini saklama ve yeniden oluşturma yeteneği olan ‘’bellek’’ ini kullanarak, öğrendiklerini öğretebilmesi, bir toplum belleği olan kültür’ü oluşturması ve bilgi olarak kullanmasından başka bir şey olmasa gerek!

Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren felsefe, bilim, teknoloji ve endüstri alanlarında görülen bilimsel bilgi ile toplumlardaki nüfus patlaması olguları; sosyal yaşamla birlikte tüm bilim alanlarında hızlı bir gelişme ve değişmeye neden olmuştur. Bilginin gerek miktarı gerekse ayrıntı yönünden hızla artması toplumsal ve bireysel yaşamı da etkilemekte yeni tutum ve davranışlar gerektirmektedir (Alkan 1997). Dünyadaki teknolojik gelişmeler hakkında değerlendirme yapan bazı düşünürler şöyle bir sonucu ortaya koymaktadır. İnsanın varoluşundan Birinci Dünya Savaşı’na kadarki süre içerisinde üretilen bilgi ve teknolojinin 40 katı, I. ve II. Dünya Savaşı arasındaki süre içerisinde üretilmiştir. Ama insanın varoluşundan II. ci Dünya Savaşı’na kadar üretilenin 100 katı da II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ortaya konulmuştur (Gülerman, 1996).

Sanat tarihinde kırılma noktası olarak karşımıza çıkan ve bizim de esas konumuzun çıkış noktası olarak ele alacağımız Modernizm aslında bilimden sosyal yaşama kadar her şeyi etkilemiş ve değişikliğe uğratmış bir kavram olarak bilinir. Modernizme kadar resim sanatının tüm dönemlerinde görülen ve resmin olmazsa olmazları olan ‘perspektif ’ ve ‘estetik’ kavramlarıdır. Perspektif kullanılacak ve güzel yani estetik olacak. Perspektif kullanımı, fotoğrafçılığın bulunmasına kadar sanatçıların en üstün becerilerinden biri olarak kabul edilirdi. Üretilen her sanat yapıtında, insanın duygu ve düşüncelerini yücelttiği düşünülen bu nitelikler aranırdı.

KOMPOZİSYON NEDİR?

Günümüz toplum biçimini oluşturan temel özellikler, aslında insanlık tarihinin en eski toplum biçimi olarak bildiğimiz ilkel topluluk döneminin karanlıklarına kadar dayanmaktadır. Bu temel özellikler insanların geçimini sağladığı geçim biçimi, geçim biçiminin belirlemiş olduğu yaşam biçimi, geçim ve yaşam biçimi ile uyumlu bir düşünme biçimidir.

Sosyologlara göre en kaba çizgileriyle insanlık tarihi, toplumların geçim biçimlerine göre toplayıcılık/avcılık, tarıma dayalı ve sanayiye dayalı olmak üzere üç temel uygarlık biçiminden geçmiştir. Her uygarlığı diğer uygarlıklardan ayıran genel ölçütler, birbirinden ayrılmaz bileşenler olarak ele alınan geçim, yaşam ve düşün biçimlerindeki farklılıklardır. Uygarlık ya da medeniyet kavramı, bir ulus veya toplumun, yaşama biçimlerinin, maddi ve manevi değerlerinin yani düşünsel ve sanatsal etkinliklerinin, inançlarının, bilim, teknolojilerinin tamamını kavrar.

Uygarlık, bir ulusa ya da uluslara ait bazı kültür değerlerinin, birçok ulus tarafından benimsenerek ortak duruma gelmiş değerlerin bütününe verilen addır. Başka bir anlatımla, uluslararası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, düşünüş, davranış ve yaşama biçimlerinin tümüdür. Buna, insanlık tarihindeki üretim öncesi döneminin (ilkel topluluklar) temel özellikleri olan, toplayıcılık ve avcılığa dayanan geçim biçimini, yaşama biçimi olarak eşitlikçi ilkel yaşam biçimini ve bunlara uyumluluk gösteren düşün biçimi olarak da sihre dayalı düşünüş biçimini örnek verebiliriz. Bir başka örnek de Türkler, Iraklılar, Suriyeliler, İranlılar ve Araplar gibi ulusların, birbirlerinden farklı kültür ve millî değerlere sahip olmalarına rağmen, onları birbirleri ile uyumlu kılan İslam uygarlığı çatısı altındaki ortak değerleridir. Çünkü uygarlık bir değerler seçimidir ve seçtiği değerler yoluyla da kendisini diğer uygarlıklardan ya ayırır ya da benzetir.

Kuşkusuz olgular bu kadar basit, açık ve tek yönlü değildir, çünkü yaşam biçimlerindeki ve bunların birbirlerini etkilemelerindeki çeşitlilik, düşünüş biçimlerindeki çeşitliliği getirdiği için tüm bu etkileşimlerin çeşitliliğinin dikkate alınması gerekir.

Herhangi bir zamanda ve yerde, insanlar tarafından üretilmiş olan bir yapıt üç temel özelliğiyle var olmaktadır. Bunlar ‘Bireysellik’ ‘Zaman’ ve ‘Evrensellik’ ölçüt özellikleridir. Bireysellik, bireyi ve yapıtını aynı çağda yaşadığı diğer insanlardan ayıran özellikleridir. Zaman, bireyi ve yapıtı çağdaşlarıyla bütünleştirirken, kendinden önce yaşamış atalarından ve gelecekte yaşayacak olanlardan ayıran özelliktir. Evrensellik özelliği ise, yapıt hangi zamanda ve kim tarafından üretilirse üretsin sonuçta yapıt, bir insanlık ürünüdür ve bir kültür ürünü olarak tarihte yerini almış ya da alacaktır.

Leslie lipson’un deyişiyle; Ruskin, sanat yapıtlarını, taşıdıkları içerik ve biçimleriyle bir toplumun geride bıraktığı en önemli kayıtları olarak görmektedir. Bu görüşü esas alan Barbara Tuchman’da Edebiyat, Tiyatro ya da diğer yazılı yapıtlarda, Müzik, Resim, Heykel ve Mimari gibi sanat dallarında üretilmiş olan yapıtlarda gördüğü uyuşmazlıklar, endişe ve korku izleri, huzursuzluklar ve tabi ki tüm bunların getirmiş olduğu uyumsuzluk ve sinir bozucu bir ruh haline bakarak, 20. yüzyılı kargaşa çağı olarak adlandırır.

Kısaca tarihin değişik dönemlerinde üretilmiş sanat ürünlerinde, dönemin uygarlık değerlerine uygun farklı kompozisyon türleri ve içerikleri olmuştur bundan sonra da olmaya devam edecektir diyebiliriz.

Kompozisyonun bugünkü tanım ve işlevini ele alan Jean Rudel’ e göre kompozisyon yapma yöntemini; yapıtın farklı yapısal kısımlarının, bütüne göre dinamik ya da yavaşça kendilerini belirlemeleri, birbirlerine bağımlı ve bir düzen içerisinde bütünlüğü oluşturmak için bir araya getirilmeleri olarak tanımlar. Kompozisyonun esas işlevi, bir iletişim için bildirimde bulunmaktır. Çünkü sanatsal bir ürün, ancak bir anlatım ile varlığını kazanabilen iletişim aracıdır. Yazılı kültürün dil bilgisi ve söz dizimi kavramların görsel sanatlardaki karşılığı kompozisyondur.

Gördüklerimiz arasında bir önem sıralaması yapmayız ama eğer bir yüzey organizasyonu için düzenleme yapacaksak (yönetmen, ressam, fotoğraf sanatçısı, mimar olarak), görüntüyü düzenleyeceğimiz yüzey parçası içerisine alacağımız tüm ögeleri, önem sırasına göre belirli bir düzene göre yerleştirmek durumundadır. ‘’Kompozisyon’’ bu düzenlemenin adıdır.

Bir kompozisyon (Yüzey organizasyonu) oluşturarak bir bildirimde bulunabilmek için; Birbirinden çeşitli yönlerden farklılık ya da benzerlik gösteren bütünün temsilcisi yapısal parçaların olması, bu yapısal parçaları oluşturan öğelerin birbirleriyle etkileşimini (parçadaki herhangi bir değişim bütünü de değiştirir) belirleyecek belirli bir düzenin olması ve tüm bunların sonucunda bir bütünlüğe ulaşılması gerekir.

Görsel sanatlardaki kompozisyon kavramının anlaşılması zor ve gizemli bir konu olmasının ana nedeni, kesin ve belirli kurallarının olmamasından ötürüdür. Paul Martin Lester, yazmış olduğu ‘Görsel İletişim’ kitabının önsözünde, günümüzde yazılı kültürün toplumsal iletişimde işitmeye ve görmeye dayalı bir kültür önünde giderek güç kaybettiğini belirtmektedir. Alev Fatoş Parsa’da, yazılı görsel ve işitsel tüm kaynakların oluşturduğu iletilerle donatılmış bu dünyada yaşamak için, bireyin geleneksel bilgi okuryazarlığının yanında kültürel okuryazarlık, medya okuryazarlığı ve görsel okuryazarlık gibi yeni iletişim becerilerine de sahip olması gerektiğini vurgulamaktadır.

Elvin Tofler diyor ki; geleceğin cahili, okuma yazma bilmeyen değil bilgiye nasıl erişilebileceğini bilmeyendir. Günümüzde bilgiye ulaşmada öğrenenin, edindiği bilgileri analiz ve sentez etmesi gerektiği için, gelişen ve değişen okuryazarlık becerilerinin de edinilme zorunluluğu ortadadır. 1983 yılındaki ABD’nin nüfus dairesinin istatistiklerine göre, Amerikalıların %99’u okuryazar sayılmasına rağmen, pek çok uzman her beş yetişkinden birinin (%20) uygulamada, (çağdaş kültürün gerektirdiği bilgi eksiklerinden ötürü, teknoloji okuryazarlığı eksikliği gibi) okuma yazma bilmeyenler grubuna katıldığını belirtilmiştir.

İnsanoğlunun geliştirdiği iletişim araçları arasında en güçlü etkiyi görsel iletişim araçları yapar. Güçlü bir şekilde hemen etkiler. Görsel özelliği olan iletişim araçlarının bize kazandırdığı en büyük avantaj “hız’’ kavramıdır diyebiliriz. Konuşma dili, yazma dili gibi bir dil olarak ele alındığında, görsel iletişim araçları diğerlerinden şu farklılığı ile ön plana çıkar. Konuşma dilinde ya da yazma dilinde bir anlatının olabilmesi ya da algılanabilmesi belirli bir sürece (zaman) bağlıdır. Heceleri, sözcükleri ya da sesleri birbirlerine pekiştire pekiştire ardışık bir biçimde bağlayarak, tümcenin tamamlanması ve sonucunda bir algılamanın olmasına karşın, görsel iletişim aracı kullanan sanat dilinde bu algılama, aynı anda (eş zamanda) ögelerin tümünü birbirleriyle ilişkileri içerisinde bir bütün olarak ve birden olur. İnsanların görsel bilgiyi, yazılı bilgiye göre 60.000 kez daha hızlı işlediği yönündeki bulguları olan bir araştırma (3M Corporation Research, 2001) bunu destekler niteliktedir. Ted Cobun’a göre ise, öğrendiklerimizin %83’ünün görme, %11’ini işitme, %3,5’unu koklama, %1,5’unu dokunma, %1 ini ise tatma duyularımızla edindiğimiz yaşantılar yoluyla elde ederiz. Tüm bunlar bize göstermektedir ki, “hız” kavramı yaşantımızda artık en önemli ögelerden biridir. Ne yazık ki hızlı olamayanlar çağın gerisinde kalmaktadırlar. Dünyanın çok hızlı değiştiği bu dönemde, hızlı karar almak, hızlı hareket etmek, hızla sonuçlandırmak son derecede önemlidir. Hızlı olmak, mükemmel olmaktan çok daha önemli bir özellik hâline gelmiştir.

Modernizm; eskiyi dışlayıp ondan ayrılmayı, yeniye geçişi ve güncelliği önemseyen, modern sözcüğünden türetilmiş bir kavramdır. 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızlı bir şekilde yaşanmaya başlanan felsefi, siyasi, bilimsel ve teknolojik değişimlerin sonucu olarak ortaya çıkan dönüşümlerin, özellikle de sanat alanlarındaki izdüşümlerini vurgulayan ve kapsayan bir sözcüktür. Sanat alanında olmasının nedeni, sanat ürünlerinin eskiden kopmayı, yeniye geçmeyi, çağın yaşam biçimini, geçim biçimini ve düşünce biçimini en iyi belgeleyen, örneklerini sergileyen belgeler olmasıdır.

Başlangıcından beri hep güzel olanı, beceriyi, inceliği, yüceliği, iyi olanı kapsayan tüm insan etkinliklerinin genel adı olarak bilinen sanat, 18.yüzyılda başta Charles Batteux’un olduğu düşünürler tarafından, ilk kez Güzel Sanatlar kavramını kullanmalarıyla sanat ve zanaat olarak ikiye ayrıldı. Modernizm ile başlayan bu önemli bölünme, bir tarafta güzel sanatlar kavram şemsiyesi altında Resim, Şiir, Mimarlık, Heykel, Müzik, Edebiyat, Opera, Tiyatro, Dans gibi, amacı insanlarda estetik yönden bir sevgi, beğeni, heyecan, yücelik ve hayranlık duyma gibi duygular uyandıran sanat dalları yer alırken, diğer tarafta ‘zanaat’ (Endüstriyel sanatlar) kavram şemsiyesi adı altında, özellikle de işlevselliği ön plana alan, ‘ Biçim, işlevi takip eder’ teziyle kümelenebilen Dokumacılık, Ayakkabıcılık, Nakışcılık, Sarraflık, Takıcılık, Saatçilik, Marangozluk ve Aşçılık gibi pratik alanları içeren, güzel sanatlar alanında kulanılan araçların da kullanılabildiği, günlük hayatımızda iş olarak yaptığımız ve belli bir alışkanlık ve ustalık isteyen sanat dalları yer aldı.

19. yüzyılın ortalarında başlayan, İngiltere’ deki ‘Art and Craft (Sanat ve Zanaat Birliği) hareketi, özellikle 1880-1910 yıllar arasında etkililiğini arttırdı. Amaçları, günlük yaşamda kullanılan makina seri üretimi ürünlerdeki zevksizlik, çirkinlik, bayağılık ve aşırı süslemeleri ortadan kaldırmak ve onların yerine, iyiye, kaliteliye, zevkliliğe doğru yönelmeyi sağlamaktı. Sözcülüğünü John Ruskin’ in yaptığı bu hareket, sanat ve zanaatın birbirlerine yeniden ve olabildiğince yakınlaşmasını sağlamaya yönelik ilk girişimdir. 20.yüzyılın başlarında da Bauhaus; Art and Craft’a benzer iddialarla kurulmuş ve tüm sanat dallarını bir bütün olarak ele alarak, tasarımda belli ilke ve yöntemler geliştirerek, her zaman geçerli olacak görsel bir dile ulaşmak ve bunların tümünü, endüstri ile sanatın iş birliğini kurmak amacıyla eğitim-öğretimini planlamıştır. Günümüzde artık tamamen olmasa da sanat ve zanaat arasındaki farklılıklar giderek önemini yitirmiştir. Buna karşın Bauhaus’un getirmiş olduğu ilke ve yöntemler dünyadaki birçok ülkenin endüstriyel tasarım ve sanatsal tasarım alanlarında geliştirilerek kullanılmaya devam etmektedir.

KOMPOZİSYON OLUŞTURMANIN TEMEL ÖGELERİ

Bilgi kavramı, özne ile nesne arasındaki ilişkiden doğan her türlü ürün olarak tanımlanır. Düzen ya da düzenleme kavramı da özne ile nesne arasında var olan belirli bir anlaşma olarak ele alınır. Görülüyor ki bilgi ile düzen kavramlarının her ikisi de özne ile nesne arasındaki alışverişe, ilişkiye dayanmaktadır. Düzenin bilgiden farkı ise, öznenin istediği niteliksel özellik ve ilişki türünü içeren anlaşmanın aranmasıdır. Başlangıçtan günümüze kadar kullanılagelen bilgiye ulaşma ya da bilgi edinme yöntemleri bilindiği üzere tümdengelim ve tümevarım yöntemleridir. Sanatsal bir tasarım ya da düzenlemede de bu iki yöntem kullanılagelmiştir. Hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın, sanatsal bir tasarım ya da düzenlemede önemsenmesi gereken, istendik niteliksel özelliklerin ve ilişki türlerinin var olması gerektiğidir.

Görsel algılama konusunda da işlendiği gibi, dış dünyanın kişinin zihnindeki temsilcisi olan İmgeler; resimler, simgeler olarak iş görebilmekte ya da bunların yerine sadece gösterge olarak kullanılabilmektedir. Adı geçen resim, simge ve gösterge imge türleri değil, imgelerin işlevleri olarak ele alınır. Herhangi bir imgenin kendi iç düzeni içinde var olan anlam dizgesi çözümlenemezse, bilgi de oluşmayacak, iletişim de gerçekleşmeyecek demektir.

M.Rifat’a göre, İnsanlık tarihinin kendisiyle başlayan ve bütün zamanlarda, bütün yerlerde, bütün toplumlarda var olan, iletişimin olmazsa olmaz bir numaralı kavramı olarak bildiğimiz ‘’anlatı’’ kavramı; gerçek ya da düşsel olayların değişik gösterge dizgeleri yardımıyla, kişinin hem kendi kendisiyle hem bir başka insanla hem de dünya ile değişik düzlemlerde kurduğu ilişkilerin, en basitinden en karmaşığına doğru uzanan bir görünüm içinde anlatması olayıdır. Bu olay iletişim sürecinin başlaması olayıdır. Göstergebilim ‘anlam bağıntıdan, ayrılıktan doğar’ ilkesini kalkış noktası olarak alıp dayandığı ‘bağıntı’ kavramı; karşıtlık(dışlama)-çelişki (kesişme)-kapsama (tümleme) gibi türleri olan, anlamlandırma, anlam pekiştirme ilkesidir. Yapıyı oluşturan bağıntı türleridir. Anlamsal bir dizge içinde yer alırlar. Dışlamada A’nın bulunduğu yerde B’ bulunmaz. Kapsama da B, A’yı içine alır. Kesişme de AB kavramları ayrı ayrı alanlara sahip olmalarına rağmen alanlarının kesiştiği ortak bir bölüm vardır. Bu ilişki türlerine çağrışım, benzeşme ve örtüşme gibi ilkeleri de katabiliriz.

Doğada bulunan nesnelerin ölçüme ve deneye gerek duymadan gözle hemen algılanabilen özelliklerine görsel özellikler diyoruz. Bunlar biçim (yuvarlak, köşeli, dörtgen, üçgen) doku (sert, yumuşak, düz, pürüzlü) ölçü/Boyut (büyük, orta, küçük) renk (kroması, değeri, türü, mat, parlak) ve nesnenin fiziksel yapısıdır (katı, gaz, sıvı). Bunlar nesnelerin diğer özellikleri ile ilişkili olarak estetik değer üretirler.

Görsel bir anlatı da Renkler, Biçimler ve Dokular temel plastik ögeler olarak ele alınmaktadırlar. Çünkü bunlar görme olayının fizyolojik temellerinden yola çıkarak, bir dil bilgisi dizgesi gibi düzenlenip resim, simge veya bir gösterge olarak işlev yapmaktadır. Özne bunların aracılığıyla anlam üretir. Renk, doku ve biçim aracılığıyla anlam üreten plastik göstergelerle, ikonik göstergeler arasında şöyle bir fark vardır. Her ne kadar varlıkları (var olmaları) ikonik göstergelere bağımlı olsa da plastik göstergelerin anlamı, ögelerin kendi aralarında kurdukları bağlantı ve ilişkiler sonucunda oluşur. Yani tek başlarına bir anlam taşımayan bu ögeler ancak aralarındaki ilişkiler aracılığıyla bir anlam üretirler. Unutulmamalıdır ki görsel algılamanın en önemli olgusu olan içgüdü doğuştan ve bünyenin kendisi tarafından düzenlenmektedir. Herhangi bir uyarıcı karşısında bünye, doğuştan sinir sisteminde var olan bir davranışı, otomatik bir tepki olarak gösterir. Bu uyarı belli bir biçim, renk, doku, hareket ve ışık ögelerinden ya da bunların karışımlarından oluşabilir. Görsel göstergebilim ve görsel algılama ile ilişkili araştırmacılar çoğu görsel anlatı dizgesinin algılanışında temel ögeleri şöyle saptarlar: Sınır çizgisi, Fon(düzlem), Figür (biçim), Doku ve Renk. Doğal ortamında bütünden ayrı ve tek tek göremediğimiz bu Görsel göstergeler (Plastik ve İkonik göstergeler) ayrı ayrı ya da ikisi birden tek bir bütünde karşımıza çıkabilirler. Görsel sanatların kendi dilinde, dil bilgisindeki söz dizimine denk düşen ve onu karşılayan kavrama kompozisyon diyoruz. Amacı, bir iletişim için bildirimde bulunma işlevini yerine getirmektir. Bu günkü yazı dilinin oluşmasından çok önce, ilkyazı dillerinin resimsi sembollerden oluştuğunu ve sadece resimsi sembollerle sınırlı kaldığını hatırlayınız.

Konuşma dili yazı dili gibi bir dil olarak değerlendirilen plastik sanat dili, ögelerin dizilişi açısından diğer dillerden ayrılır. Ögelerinin ardışık bir dizge oluşturma zorunluluğunun yanında izlenmesi ve algılanması belirli bir süre isteyen tüm diğer dillerden, çok farklı yönlerde, hareketlerde, ritimlerde, aralıklarda kullanılabilen ve çok karmaşık yapısal diziliş çeşitliliğinin yanında izlenme ve algılanması, anlık, hepsinin birden aynı anda yani eş zamanlı olması ile ayrılır. Bu ögeler temsil ettikleri yapısal bütünü oluşturma bağlamında işlevseldirler, işlevlerini kendi aralarında kurdukları bağlantılarla yerine getirirler. Tüm görsel anlatımlar var olmak için, nokta (benek), çizgi, leke, biçim(form), renk, doku, yön, ölçü, aralık, hareket, ışık- gölge ve değer olarak adlandırılan yapısal ve görsel ögeleri kullanırlar. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler hangi işlevi yapıyor ise plastik sanat dilinde de bu ögeler aynı işlevi yaparlar. Sonsuza varan olasılık kullanım çeşitliliği ile şekilleri oluştururlar. Bu ögeler bulundukları düzlem üzerinde retinal olarak değişim göstermezler yani her bakış noktasında aynıdırlar. Nitelikleri, tek tek algılanabilir ama bir bütünün parçası iseler o zaman bu niteliksel değerler kendilerini aşar. Başka bir deyişle ögeler arasındaki ilişkiler sonucu oluşan algısal dikkat, ilişkiye giren ögelerin tek tek algısından farklıdır. Ögelerin bireysel algısı açısından değerlendirilmeleri genelde şöyle yapılmaktadır.

Nokta (benek) hareketsiz, sakin bir yapıya sahiptir. Nokta bu özelliği ile göz hareketini kontrol ederek onu bakması gereken alana doğru yönlendirir, dikkati toplar, odaklar. Niteliksel özelliği daire ile örtüşür yani daireye noktanın yeterince büyütülmüş biçimi diyebiliriz. Bedri Rahmi Eyüboğlu’na göre sanatsal bir kurguda nokta ya da benek, herhangi bir çorbaya konulan tuz kadar önemlidir.

Çizgi temel olarak yön belirleyen algısal bir etkiye sahiptir ve bu özelliğiyle hem yatay hem dikey hem de eğik biçimde kullanılabilmektedir. Bir yüzey içinde aldığı biçimlere göre tek başına farklı algısal etkiler yaratabilmektedir. Bir alanı / düzlemi bölmek için kullanılır. Nesneni sınırlarını belirler. Çizgilerin biçimleri ve gösterdikleri yönler izleyicide duygusal tepkiler yaratır. Çizgilerin değişik yönlere yönelişi üzerlerine kuvvet uygulanmış gibi algılanır, Düz çizgi kesinlik belirtisidir ama aynı zamanda da ufuk belirleyicisi olarak serinlik ve sessizliği de simgeler. Dikey çizgi yüksekliği belirterek dengeyi ve gücü (kuvvet) vurgular. Eğri çizgi yön değiştirmesinden ötürü süreklilik algısına yol açar. Hızla yönü değişen eğik bir çizgi, hareketi, dinamizmi güçlü bir etkiyi ve gücü simgeler. Kırık ya da zikzak çizgiler ise kargaşa, çatışma ve şiddet gibi kavramları simgeler. Çizgi tüm bu özelliklerinden ötürü tasar ögelerinin en önemlilerinden biri olarak tanımlanır.

Herhangi bir nesnenin yüzeyi üzerinde algılanan siyahla beyaz arasındaki farklı ton değerlerine leke diyoruz. Pragnanz yasalarına göre nesnelerin algılanmasında, nesnelerin yüzeyleri üzerindeki ışık sayesinde oluşan açık koyu lekelerin dağılımları, özellikle nesnenin önde ya da arkada olarak algılanmasında başat bir rol oynamaktadır. Tüm renklerin (siyah beyaz fotoğraarı çekildiğinde) siyah ile beyaz arasında bir gri değeri vardır ki biz o rengi gri değeri ile birlikte algılarız. Buna uygun olarak diyebiliriz ki leke, bir kompozisyon da en az renk kadar önemlidir. Şekil (Biçim) Arnheim’e göre bir nesnenin fiziksel yapısına bire bir benzemese de nesnenin tanınmasını sağlayan, nesnenin dış sınırlarını belirten ve bakıldığında hemen göze çarparak algılanabilen en temel özelliklerdir.

Şekil iki boyutluluğu (en-boy) Form üç boyutluğu (en-boy-yükseklik) tanımlar. Gestalt psikolojisi içerisinde yer alan Pragnanz yasalarından en önemlilerinden birisi de algısal değişmezlik ilkesidir. Bir objeyi koşullar değişmesine rağmen aynı obje olarak görmemize algısal değişmezlik denir. Bir masa üzerinde elips olarak görünen bir tabağın, daire olarak bilinmesi algısal değişmezliğe bir örnek olarak verilebilir. Dolayısıyla algılama sırasında insan beyninin belli biçimleri araması bir ilke olarak görülür, Bir görüntüye anlam vermede yardımcı olan tasar ögelerinden en önemlilerinden birisi kuşkusuz biçimdir diyebiliriz. Şekil ve Biçimler organik ve geometrik biçimler olarak iki gruba ayırılarak tanımlanırlar. Doğada serbest olarak bulunanlar ve insan yapımı olanlar.

Nesnelerin fiziksel yapılarının iç özelliklerini, dış yüzeylerinden anlamamızı sağlayan işlevsel özelliklere doku denir ve doğanın en temel yapısal özelliklerinden birisidir. Her nesnenin kendine özgü bir dokusu vardır ve bu doku görsel algılama da o nesneyi diğer nesnelerden ayırmamızı sağlayan en temel ögelerden birisidir. Dokuları fiziksel özelliklerine göre, iç ve dış, doğal ve yapay dokular olarak gruplayabiliriz, ama görsel algılama açısından bizde hissettikleri duygulara göre yumuşak, orta ve sert doku olarak tanımlarız. Pürüzlü, keskin uçlu, girintili -çıkıntılı olan sert dokular bize bulundukları yerlerden daha yakındaymış gibi algılanırken, pürüzsüz, düz ve keskin ucu olmayan yumuşak dokular, oldukları yerden çok daha uzakta gibi algılanırlar.

Yön ve Hareket ögesini birlikte yorumlamak gerekir. Bir nesnenin belli ve sabit bir noktaya göre devamlı olarak durumunu ve yerini değiştirmesine hareket denir. Hareket hâlindeki nesneler mutlaka belirli bir hızda ve belirli bir yörüngede bulunurlar ki bu yörünge bize yön ögesini tanımlar. Doğrusal, dairesel ve eğrisel hareket yönleri olarak tanımlayabileceğimiz yön ögesine algılamadaki rolü açısından da değerlendirebiliriz. Bir kompozisyon içerisinde yer alan iki ya da üç boyutlu şekil ya da formlar, bulundukları konumları ile bize birtakım yönler göstererek zıtlık, benzerlik ya da paralellik gibi etkiler yaratırlar. Bu özellikleriyle ögeler arasında denge sağlayarak, derinlik duygusunu ve algısını belirler ve etkilerler.

Tıpkı çizgide olduğu gibi yatay yönler durağanlık, etkisizlik etkileri yaratırken dikey yönler akışkanlık, dinamiklik, sağlamlık etkileri yaratır. Eğik yönler hafiflik, yumuşaklık, süreklilik etkileri yaratırken paralel yönler biz de monotonluk, sıkıntı, bıkkınlık, sessizlik etkileri yaratır.

Hareketin oluşumunu zıtlık yaratır. Üzerine uygulanan kuvvet eşitsizliği bir nesneyi bulunduğu noktadan başka bir noktaya doğru hareketlendirirken, kuvvetlerin eşit olması durumunda nesne yerinden kımıldamaz. Burada sözü edilen, güçler arasındaki eşitsizlik, yani zıtlıktır. Zıtlık olmadan hareket olmaz, zıtlık olmadan aralık olmaz, zıtlık olmadan ölçü olmaz zıtlık olmadan ritim olmaz. Bunların hepsinin oluşumunda hareket başrol oynar. Hareket bu özelliğiyle etki yaratarak alıcıyı kendine odaklandırır, anlamı pekiştirir, algıyı güçlendirir. Aralık nesneler, biçimler, objeler arasındaki var olan ya da bırakılan uzaklıktır. O nesneler, biçimler, objelerin belirliliğinin sağlanmasında ve görünümlerinin anlamlı, anlaşılır olmasında belirleyici bir görev yapar.

Ölçü / Oran bir nesnenin başka bir nesneyle ya da bir bütün içerisinde yer alan bir parçanın diğer parçalarla veya bütün ile karşılaştırılarak herhangi bir özelliğinin algılanmasıdır. İnsan psikolojisi ölçü farklılıklarına (zıtlık) büyük bir ilgi ve uyumluluk gösterir. Bu anlamda ölçü bütünlük oluşturmada, derinlik ya da önde ve arkada etkisi yaratmada rol oynayan önemli bir tasar ögesidir diyebiliriz. Ölçüler büyüdükçe yakınlık etkisi, etkileyicilik ve algılama düzeyi artarken, ölçüler küçüldükçe görsel algıda uzaklık etkisi ve algılama zorluğu yaratır. “Altın oran” doğada birçok canlı ve cansız varlıkların yapılarında görülen ve onların parçaları arasında gözlemlenen, yüzyıllardır sanat ve diğer bilim alanlarında kullanılagelen, uyum açısından en etkileyici boyutları verdiği düşünülen geometrik ve sayısal bir ölçü bağlantısıdır. Antikite’den beri kompozisyon kurgulamalarında kullanılagelmektedir. MÖ 300’lü yıllarda bile eski Yunan ve Mısır uygarlıklarında kullanılan ancak milattan sonra 1201 yılında Fibonacci’nin yazmış olduğu bir kitapla ünlenen ve yayılan bir sayı dizisidir. Fibonacci Sayıları: 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144 diye uzar gider. Dizide de görüldüğü gibi, birden sonraki herhangi bir sayıyı ele aldığımızda o sayının sol tarafındaki iki sayının toplamı olduğu anlaşılmaktadır. Yine bu sayı dizisinin önemli bir özelliği de dizideki 13. sıradaki sonraki sayıdan sonra yer alan bütün sayılar kendinden önceki sayıya böldüğünüzde ortaya çıkan rakam 1,618 dir. İşte bu sayı “altın oran” olarak adlandırılır.

Kızılötesi, Mor ötesi, Gama ışınları, X ışınları, Mikro dalgalar ve Radyo dalgaları gibi elektromanyetik dalgalardan biri olan Görünür ışık, saniyede 300.000 km hızla yayılan bir enerji türüdür ve görsel algılamanın temel ögesidir. Öyle ki görsel bir algılamada ışık varsa algılama olur, yoksa algıda yoktur. Bir cisme çarparak yansıyan ya da kırılan ışıktaki ton farklılıkları o cismin fiziksel özellikleri (kalınlık, saydamlık, yoğunluk vb.) ile yakından ilgilidir. Işığın geliş açısına, şiddetine ve dalga boyuna bağlı olarak nesneler üzerlerindeki bu ışık farklılığından dolayı belirgin bir lekenin (Koyu ton, Orta ton ve Açık ton,) ton değeri egemenliği altında görülürler. Bu da bizim o nesneleri önde, arkada olarak algılamamıza neden olur. Aslında doğada bulunan her nesnenin bir mekân (fon) içerisinde yer aldığını düşünürsek, o nesne ışıkla figüre dönüşür (öne çıkar) gölgeyle de mekâna (fona) bağlanır (geriye gider).

Işıklı bir yerde, ışığın saydam olmayan bir cisim tarafından engellenmesi ile oluşan karanlığa gölge denir. Gölge kavramı, Açık- koyu, Sert- yumuşak olarak iki ana grupta algılanır ve ele alınır. Koyu gölge aydınlık seviyesi en düşük ve hiçbir biçimde aydınlanmayan gölgeye denir. Gölgeli alan, o gölgeyi oluşturan ışık kaynağının dışında başka bir ışık kaynağı tarafından da aydınlatılıyorsa, ışığı engelleyen cisim eğer yarı saydam ise ya da çevredeki yüzeylerden yansıyan ışıklarla da aydınlanıyorsa yarı gölge/açık gölge olarak tanımlanır. Açıklık/koyuluk sınırları kesin ve net olarak algılanan, aydınlık alandan gölgeli alana doğrudan yani aniden geçilen gölge Sert gölgedir. Sınırları kesin olmayan, algılamada zorluk çekilen gölge, yumuşak gölgedir. Işıklı alandan gölgeli alana geçişte bir degrade (yumuşak geçiş) oluşur.

Renk ışınların nesnelere çarptıktan sonra yansımaları sonucu gözümüzün algıladığı duyumlardır. Bugün kullanılmakta olan renk kuramını; Aslında 1919 -1923 yılları arasında Bauhaus okulunda verdiği derslerde geliştiren, daha sonra kendi kurmuş olduğu tasarım okulunda öğreten Johannes Itten’e borçluyuz. Herhangi bir renkten bahsediyor isek biz o rengin üç değişken özelliğinden de bahsetmemiz gerekir. Bunlardan birincisi o rengin türüdür (cinsi) sarı, kırmızı, mavi gibi. İkinci değişken özelliği o rengin değeridir yani her rengin algılamada siyahla beyaz arasında bulunan bir ton değeri vardır. Örneğin; kırmızı ve yeşil gri değerdedir, sarı beyaza mor ise siyaha yakın bir gri değerdedir. Üçüncü değişken özelliği ise ‘chroma’ yani yoğunluğudur. Herhangi bir renk içerisine başka bir renk almadığı sürece o renk kroması yüksek durumdadır ama içine başka renkler karışarak griye yaklaştıkça kroması düşer. Gri, Siyah ve Beyaz sıfır kromalı yani kromasız renklerdir. Açıksoluk bir mavi dediğimiz zaman biz o rengin üç değişkenini de belirtmiş oluruz.

KOMPOZİSYON OLUŞTURMANIN TEMEL İLKELERİ

İlke daha önce denenerek doğruluğu kabul edilmiş, tartışmaya açık olmayan, uyulması gereken ana kurallar yani prensipler demektir. İnsanların hem uygulamalı çalışmalarında hem de kuramsal çalışmalarında titizlikle uyulduğunda istenen sonuca varmada onlara yol gösteren köşe taşlarıdır. Tasarım ilkelerindeki esas amaç tasarıdaki uyumu, birliği sağlamak, görsel ilgiyi ve anlamını pekiştirmektir. Bauhaus öğretilerine göre temel tasarım ilkelerini tekrar, zıtlık ve egemenlik adı altında üç ana başlık da toplayabiliriz.

Tekrar: Herhangi bir nesnenin yapısında ya da bir tasarımda bir ögenin aynen veya çok yakın değerde birden fazla sayıda var olması tekrarı oluşturur. Birbirleriyle eşdeğer olan parçaların bir düzen içerisinde bir sıra oluşturarak birbirleriyle ilişkili yer almaları tekrarın ana özelliğidir. Doğa’nın özünde tekrar zaten vardır. Gece-gündüz, mevsimler, bir bitkinin eşit aralıklı yaprak çıkarması gibi. İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana eğitim ve öğretimin vazgeçilemez en temel ilkesi olmuştur. Uygulamaya ve beceriye dayalı tüm öğrenme/öğretmelerin ana konusudur. Ritim tekrardan oluşur, Hareket tekrardan oluşur, birliğe ulaşmak için tekrardan yararlanılır.

Kalbimizin belli frekans sıklığında kasılıp gevşeyerek çalışması kalp ritmini oluşturmaktadır. Bir kalp ritminde, birbirinden farklı beş hareket bir arada bulunur. Ritim kavramı en iyi buradan anlatıyoruz. Eğer bir düzen veya yapı içerisinde tek bir öge yinelenirse (aralıklı ya da aralıksız) tekrar, birden fazla öge bir arada belirli aralıklarla yinelenirse ritim oluşturmuş oluruz. Yani ritim tekrardan oluşmaktadır ama birden fazla ögenin bir arada tekrarlanması gerekir. Ritim düzenli bir tekrara dayanarak hareketi başlatan, sürdüren, birleştirici ve uyum sağlayıcı bir ögedir ve bireyin algılamasına kolaylık sağlar. Renk, ton değeri, doku, çizgi, biçim öğelerin bir düzen içerisinde birbiriyle ilişkilerini sağlayan, ön-arka ilişkisi kurduran, hareketlendiren sonuçta bir birlik kurarak ritim uyumuna (Armoni) götüren temel ögelerden birisidir ritim.

Zıtlık: Aynı olmama, benzer yönlerin olmaması, karşıt olma, çelişkili olmak demektir. Felsefedeki karşıtların birliği ilkesi evrendeki her şeyin karşıtların dengesi üzerine oluştuğunu varsayar. Buna göre hafifi tanımlayabilmek için ağırın bilinmesi, beyazı tanımlayabilmek için siyahın bilinmesi ince/kalın açık/koyu, geniş/dar, dişi/erkek, iyi/kötü, mat/ parlak, güzel/çirkin v.b. gibi örnekler çoğaltılabilir. Tasar ögelerinin tamamının zıtlıkları kurulabilir. Herhangi bir şeyin değerlendirilmesi yapılırken ya da canlılık yaratmak, ilgi toplamak için zıtlıklar uygulamada her zaman başrol oynar. Görsel algıda zıtlık, değişiklik yaratır, ilgi çeker, heyecanlandırır, canlılık katar, monotonluktan kurtarır. Zıtlık, bir tarafta tüm bunları yaparken diğer tarafta da uyuşmazlık doğurur, düzensizlik yaratır, kargaşa oluşturur. Görsel anlamlandırma da belirleyiciliği öne çıkaran önemli önemli öge zıtlıktır.

Egemenlik: Bir kompozisyonda, tasar ögelerinin birinin ya da bir grubun diğerleri üzerinde baskın bir şekilde kullanılması, hâkimiyet sağlama sı bu ilkenin ana kuralıdır. Tasar ögelerinin birinin o kompozisyonda daha fazla kullanılması kompozisyona canlılık katar, hareket verir, ilgiyi çeker. Birden fazla öge olunca ortaya mutlaka bir zıtlık çıkar. Böylece biri ya da birileri diğerlerinin üzerinde hâkimiyet kurabilir. Yani zıtlık yaratmadan egemenlik kurulamaz. Egemenlik olmadan birlik olmaz, birlik olmadan uyum olmaz, uyum olmadan da denge kurulamaz. Kompozisyonda bütünlük kurma yolları önce zıtlık- tekrar ve egemenlikten birinin kullanılmasıyla dengeye varılacak kurulan denge sayesinde birlik oluşturulacak ve bütünlük sağlanacaktır. Egemenlik, birlik kurmanın ve yaratmanın bilinen en basit ve en etkili ilkesidir.

Denge ve Birlik: Bir kompozisyonda tasarım ögelerini, tasarım ilkelerine göre kullanarak varacağımız nokta denge ve birliktir. Denge tarafların ya da kuvvetlerin eşit olma hâlidir. Göz her zaman dengeyi arar. Doğada örneklerini sıklıkla gördüğümüz simetri, denge kurmada sıklıkla başvurulan en eski yöntemlerden birisidir. Asaleti, saygınlığı ve dürüstlüğü de simgeler. Simetride her şey karşılıklıdır. Asimetrik denge dediğimizde, daha önce bahsedilmiş olan Altın Oran, altın kesim gözün aradığı denge ölçütüdür ki ancak egemenlik ve zıtlık yoluyla oluşturulabilir. Simetrideki gibi aynı olmayan ya da birbirlerine benzemeyen ögelerin arasındaki dinamik dengedir. Birlik ya da bütünlük ancak denge kurulursa oluşturulabilir.

İki ya da daha çok ögenin birbirleri arasında renk, doku, hareket, aralık, biçim gibi tasar ögeleri ile benzerlik kurarak uygunluk yaratmak anlatıma güç katar. Uygun olma, uyumda benzer ögelerin yan yana kullanılması söz konusu iken, ritimde benzer ögelerin belirli aralıklarla yinelenmesi vardır.

KOMPOZİSYONDA ÜÇÜNCÜ BOYUT OLUŞTURMA

Tüm iki boyutlu sanatsal çalışmalarda üç boyutlu görünüm elde etme (görüldükleri gibi çizme) perspektif çizim tekniği kullanılarak yapılır. Perspektif, yüzey organizasyonunda, iki boyutlu bir düzlemde üçüncü boyut yani derinlik yanılsaması vermek için kullanılan tekniktir. Kesin geometrik kurallara ve orantılara bağlıdır. Bugün çizgi perspektifin tek, iki ve üç kaçar noktalı çizim yöntemlerin yanında hava perspektifi de kullanılmaktadır.

Resim sanatında perspektifi ilk kez onun uyguladığı söylenen Leonardo Da Vinci’den çok daha önceleri bile, antikite denilen dönemde yani eski Yunan ve Roma uygarlıklarında uygulandığı bilinmektedir. Ancak tarihin tüm çağlarında kullanılan bir teknik de değildir. Minyatür sanatı buna en basit örnektir. Çin, Hitit, Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarında da kullanılmamıştır.

Perspektif, özünde iki boyutlu bir düzlemde üçüncü boyut yani derinlik yanılsaması vermek için kullanılan tekniktir. Düzlemsel ya da eğik, üzerinde iki boyutlu çalışmalara olanak veren her türlü alana yüzey diyoruz Görsel öğrenme, FonFigür (şekil-zemin) arasındaki ilişkilerdir. Fon uyarıcıların bulunduğu ortam Figür ise uyarıcıların içindeki dikkat ettiğimiz uyarandır. İnsan belleği rastgele seçilmiş bir görüntüde bile belli bir düzen arar. Fon-figür (ön-arka) yani derinlik ilişkisi, herhangi bir yüzey üzerinde üç boyutlu görünüm elde etme sorununun kendisini oluşturur.

Pragnanz yasaları ya da algısal örgütleme yasaları olarak bilinen temel ilkeleri burada bir kez daha hatırlatmak konunun daha iyi anlaşılması için yararlı olacaktır. Görsel algılamada birey, uyarıcıları fark ettikten ya da dikkatini onlara verdikten sonra onları tanımaya ve yorumlamaya çalışır. İşte bu dikkat sırasında kişi aşağıdan yukarı ve yukarıdan aşağı tarama işlemini yaparken nesnenin şekli, hareketin yönü, boyutu, şekil-zemin arasındaki farklılıklar ve parçaların gruplanması üzerine yoğunlaşır. Bellek(zihin) birbirine benzeyen uyaranları, birbirine yakın bulunan uyaranları gruplama eğilimi gösterir (Benzerlik ve Yakınlık yasası), bünyesinde eksik olan parçaları bütünleştirme ve tamamlama eğilimi gösterir (Tamamlama yasası), aynı yönde giden ve hareket edenler birbiri ile ilişkili olarak algılanır (Süreklilik yasası) ve dikkati toplar, basit parçalar karmaşık parçalardan daha kolay algılanır.

Yakınlık, Benzerlik, Saydamlık ve Ayırıcı nitelik görsel algılamada belirliliği sağlayan ilkelerdir. Bunlar sayesinde figür elde etmek kolaylaşır. Ögelerin iyi devamlılığı, çevre çizgisinin kapanması, ögelerin birbirleriyle bağıntılı olması ve simetri Ayırıcı bir nitelik oluşturmada önemli dört ipucudur.

Uzaklık ve derinlik algısı yaratmada kullanılan ilkeler ise şunlardır; Etkili çevre, Örtme, Saydamlık, Ölçü derecelemesi, Ton derecelemesi ve Koram ki bunların hepsi Figür/Şekil elde etme yöntemleridir. Ayrıca resim düzleminin alt kısmına yerleştirilen nesneler(izleyicinin göz hizasının altında kalanlar), boyutu büyük olanlar, başka bir nesneyi kısmen de olsa örtenler, kenarları keskin ve net çizgilerle belirtilmiş olanlar, kroma’sı yüksek renkli nesneler önde yani figür/Şekil olarak algılanırlar.

Geniş, açık ve aydınlık yüzeyler/ alanlar, benzer ölçüde tekrarlanan ögeler sıcak-soğuk renk zıtlıkları, doku zıtlıkları ve zıtlığın kendisi kompozisyonda figürden daha çok ve geniş yer kaplayarak Fon / Zemin etkisi yaratırlar.

KOMPOZİSYON TÜRLERİ

Kompozisyon türleri, tarihin belirli dönemlerinde belirli uygarlıklarda değişkenlik göstermiştir. Örneğin Orta Çağ’da simetrik (Merkezî) kompozisyon başat bir rol oynamıştır. Yani anlatılmak istenen konu çerçevelerden belli bir boşluk bırakılarak merkezî bir şekilde alana yerleştirilir, gereksiz ögelerden detaylardan ayıklanarak sunulur. Bu tür kompozisyonların diğer bir adı kapalı kompozisyondur. Bütün hikâye kapalı olan alan (düzlem) içerisinde yaşanır ve biter, dışarı ile bir bağlantı yoktur, kurulamaz.

Bunun tam karşıtı olan açık kompozisyon ya da asimetrik (bozuk simetri) kompozisyon da konunun en önemli parçası, yeterli büyüklükte çerçeve içindeki vurgu noktasına yerleştirip geri kalan kısmını çerçevenin dışına taşırmak, tamamlanmasını izleyicinin düş gücüne bırakıp, anlatılmak istenen öz ‘ün çerçeve dışında devam ettiği izlenimini vermek düzenlemenin en önemli özelliğidir.

Altın kesit, altın kesim, altın oran olarak adlandırılan bir formül yıllardan beri görsel sanatlarda yüzey organizasyonunda kullanılmaya devam edilmektedir. Hem matematiksel olarak hem de doğada kendine geniş bir yer bulmuş olan altın oran, bir dikdörtgenin kısa kenarı 5 uzun kenarı 8 birim yapılırsa, bir kompozisyonda yer alan büyük parça 8 küçük parça 5 en küçük parça 3 birim olarak yer kaplarsa, (Elbette ki bunlar göz kararı yapılabilir) bir fotoğraf çekiminde gökyüzü 8 yeryüzü 5 birim olarak planlanırsa (tıpkı Romantizim akımına bağlı resimlerde, insanoğlunun zayıf/cılız bir varlık buna karşın doğanın çok güçlü olduğunun vurgulanması için) yapılan bu kompozisyon türüne açık/asimetrik kompozisyon, yararlanılan ilkeye ise altın kesim oranı denir. Bugün dünya piyasalarındaki borsalarda bile teknik analizlerin bu Altın Oran rakamlarına göre yapıldığı bilinmektedir. Doğal olarak asimetrik kompozisyonda denge ve uyum bu altın oran rakamlarına göre yapılır. Koyu-orta-açık leke düzeni bir kompozisyon da buna göre planlanabilir, buna göre fotoğraf çeken birçok fotoğraf sanatçısı vardır.

Altın kesimin en basiti, kullanılan yüzeyi enine ve boyuna üçe bölmektir.1/3 kuralı olarak da bilinen bu üç parçaya bölmede, ikisini bir tarafa diğerini öbür tarafa aldığımız zaman altın kesime uygun parçalama yapmış oluruz. Bu bölme de kesişim noktaları görsel ilgi çekme noktalarıdır, dikkati toplarlar. Bu noktalara yerleştirilen figürlerle yapılan kompozisyonlar canlı, hareket içeren, göze uyumlu ve alımlı ama simetrik olmayan, en bilindik kompozisyon türüdür.

“Z’’ ekseni bir dik açının ortasından çizilen 45 derecelik eksenini oluşturur. Bir tasarıya ya da kompozisyona Z ekseninin yerleştirilmesi, görsel pozisyonu üç boyutlu algı sürecine yaklaştırır, derinlik yaratır, nesneler arasındaki uzaklık ve yakınlık ilişkisini kurulmasına yardımcı olur ve doğal olarak ön-arka ilişkisi yaratır. Önemli bir kompozisyon türüdür.

Üçgen, spiral, daire, dörtgen, elips, kompozisyon türleri, simetrik kompozisyonunun türevleridir, tarihte oldukça çok örnekleri vardır. Bir kompozisyonda figürler merkeze doğru bir eğilim, hareket, toplanma gösteriyorsa yıldız, bir fırıldağın dönmesi gibi yine merkezden giderek genişleyen çizgi doğrultusunda yerleştirmeye helezonik / spiral kompozisyon diyoruz.

Asimetrik/açık kompozisyonda büyük parça küçük parça ilişkisi dinamizmi yaratır. Biçimlerin dış konturları konumları gereği belirli yönleri gösterir, küçük parçanın büyük parça ile olan ilişkisi bu yönlerle yaratılır.

Serbest kompozisyon ise günümüz yaşam biçimine ve postmodern dünya görüşüne uygun düşen, hiçbir kural kabul etmeyen, tanımayan, uymayan kompozisyonların tanımıdır.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.