Şu Acayip Hayvanlar Özet
Şu Acayip Hayvanlar Özet
Şu Acayip Hayvanlar Özet
Şu Acayip Hayvanlar Sunuş
İşte yepyeni bir dizi daha başlıyor! “ACAYİP ŞEYLER DİZİSİ” Neden böyle bir ismi tercih ettik. Çünkü bu dizi gerçekten çok ACAYİP!
Hepiniz biliyorsunuzdur ama, ben yine de ACAYİP kelimesinin ne anlama geldiğini kısaca anlatayım:
ACAYİP, garip, tuhaf, alışılmadık, olağanüstü, tabiatüstü, şaşırtıcı, mucizevî, akıl almaz.. gibi anlamlara gelir.
Peki nedir ACAYİP olan?
Herşey!
Evet etrafımızda gördüğümüz herşey, aslında çok ACAYİP’tir. Ancak, alışkanlık denen yapışkan bir hastalık yüzünden, üstelik çok da bulaşıcıdır. biz aslında çok ACAYİP olan milyon tane şeyi, artık pek ACAYİP bulmamaya başlarız. Daha doğrusu, onların üzerindeki ACAYİPLİKLERİ farketmek; en azından ilk bakışta farketmek, bizim için mümkün olmaz. Bir süre sonra da, gözümüzün önünde dursalar bile, onlarda bir ACAYİPLİK, bir harikalık ve mucizevi bir yaratılış olduğuna tamamen kör kalırız.
—Ne olmuş canım, tavuk işte, bak yumurtladı. Oh ne iyi!
—O bir İneeeeek! Süt verecek tabii!
— Ağaçtan elma çıkar tabi kardeşim, bulaşık süngeri çıkacak değil ya!
—Yani bulaşık süngeri çıksa daha ACAYİP olurdu öyle mi?
— Ee.. tabi!
İşte bu bu tür sözler, insanların artık ACAYİP şeylere, karşı kör olduklarını, söyler.
Oysa biraz düşünsek, ne tavuk, ne yumurta, ne inek ne süt ne ağaç, ne meyve… sıradan şeyler değildir. Her biri, kelimenin tam anlamıyla; akıl almaz, harika, olağanüstü, tabiatüstü, mucize.. yani ACAYİP’tir.
Yumurtayı elinize alın mesela. Ve ona sadece kahvaltılık bir yiyecek olarak görmekten başka bir gözle bakın! Sonra tavuğu düşünün, bu kusursuz kabuğun resmini çizmek bile, bizim için neredeyse imkansızken, tavukların bunu nerelerinden çıkarıp attıklarını aklınıza bir getirin. Ortada bir pergel yok, gönye yok, hesap, kitap yok! Bütün gün gıdaklayıp ekmek kırıntısı, solucan ve bir yığın börtü böcek yiyen tavuğun, böyle bir yumurtanın kabuğunu bile kendi başına yapıyor görünmesi ACAYİP değil mi?
Yumurtanın içinden hiç bahsetmiyorum bile. O, daha da ACAYİP çünkü!
Çamurlu ve bulanık bir suyu kökleriyle, içen ama dallarından nar gibi, mandalina gibi, elma gibi, kiraz gibi, şepşeker meyveleri bizlere uzatan ağaçlar da ACAYİP’tir. Ve ACAYİP kelimesinin anlamlarından biri olan MUCİZE’dir.
Koca kafalı inekler, yedikleri onca ot ve samandan sonra, bembeyaz ve tatlı bir süt çeşmesi haline gelmeleri de insaf edin arkadaşlar ACAYİP değil midir? Harika değil midir? Mucize değil midir?
Şu kısacık önsöz de, ben size daha başka örnek vermeyeceğim. Ama ACAYİP ŞEYLER DİZİSİ’nin sayfaları arasında, hayvanlar aleminden, bitkiler aleminden, kendi vücudumuzdan, uzaydan, yeryüzünün denizlerinden, dağlarından, rüzgarlarından, bulutlarından…Karıncalardan, arılardan.. pek çok ama pek çok örnekler vereceğim.
Çok ACAYİP şeyler anlatacağım. Üstelik bunlar, efsane, masal, mesel, hikâye olmayacak! Yaşadığımız bu evrenin, her zerresine kadar var olan ACAYİP şeylerden, harikalıklarından ve yaratılış mucizelerinden olacak!
Bir kitapta, bitkiler aleminde gezeceğiz, bir başkasında insan vücudunda, bir sonrakinde ise, uzayın derinliklerinde, yıldızlardan yıldızlara, adım ad?m koşacağız.
Dikkat! Dikkat! ACAYİP şeyler dizisi başlıyor!
Ama, gerçekten çok ACAYİP!
İşte diziminiz ilk kitabı ŞU ACAYİP HAYVANLAR!
Haydi buyrun! Antiloplar, devekuşları, sinekler, arılar, ağustosböcekleri, kaplanlar ve “Sakın üzerine basmayın ha!” sümüklüböcekler sizleri bekliyor!
Çok ACAYİP, çoook!
Şu Acayip Hayvanlar İçindekiler
- En güçlü kim?
- Hayvanlar hastalandığında
- Hayvanlar nasıl uyur?
- Kış kapıyı çalınca
- Yağmur altında
- Sıcak havalar kimi bozar?
- Gecelerin kuşu: Baykuş
- Kurtlar vadisi
- Şu acayip kediler
- Kaplan! Kaplan! Kaplan!
- Bir arının hatıra defteri
- Birisi “Yabanarıları işe yaramaz” mı dedi?
- Odamda bir sinek var!
- Salyangozlar ve sümüklüböcekler
- Devekuşunun yumurtası
- Şimdi göç vakti
- Merhaba sevgili ağustosböceği
Şu Acayip Hayvanlar Hazırlayanlar ve Emeği Geçenler
Yayın No : 78
Genel Yayın Yönetmeni: Ergün Ür
Yayınevi Editörü : Özkan Öze
İç Düzen/Kapak: Zafer Yayınları
ISBN: 978-605-9723-27-5
Sertifika No: 14452
Yayıncı : Uğurböceği Yayınları
Dil : Türkçe
Kağıt Kapak : 160 sayfa
Boyutlar : 19.5 x 1.3 x 13.5 cm
Yazar : Tarık USLU
Şu Acayip Hayvanlar Yorumları
Özkan Öze kitapları ile 20 yıl önce tanışmayı öyle çok isterdim ki… Bütün ama bütün kitaplarını okuma yazmayı öğrendikten itibaren bütün çocuklara okutun, yetişkinler olarak bizler de okuyalım. Eğlendiren, düşündüren, güzeli gösteren kitaplar bunlar.
Sadece çocuklar için değil bizim için de oldukça ilginç bilgiler barındıran keyifli bir kitap. Farklı hayvanlarla ilgili farklı yazılardan oluşuyor. Kitabın başında aslında bir yerlerden okuyup öğrenebileceğimiz bilgileri toplayıp yazmanın ne anlamı var gibi bir his gelse de ilerledikçe keyif verdi. Özellikle son hikaye gerçekten etkileyiciydi. Eksileri de olsa sevdim. Çocuklara okutulmalı.
Okurken hem eğlendiriyor hem de hayvanlara farklı pencerelerden baktırarak düşündürüyor. Okurken bir arının hatıra defterinde de bulabilirsiniz kendinizi, bir ağustosböceğine yazılmış mektup da da.
Hepiniz biliyorsunuzdur ama, ben yine de ACAYİP kelimesinin ne anlama geldiğini kısaca anlatayım: ACAYİP, garip, tuhaf, alışılmadık, olağanüstü, tabiatüstü, şaşırtıcı, mucizevî, akıl almaz.. gibi anlamlara gelir.
Ancak, alışkanlık denen yapışkan bir hastalık yüzünden, üstelik çok da bulaşıcıdır biz aslında çok Acayip olan milyon tane şeyi, artık pek Acayip bulmamaya başlarız.
Şu AcayipHayvanlar Yazar Hakkında
TARIK USLU: Gerçek adı Özkan Öze olan yazar, 1974 yılında Adapazarı’nda doğdu. Gittiği okullarda, okumak ve yazmaktan daha önemli bir Şey öğren(e)medi. Lise yıllarında Zafer Dergisi’nin yazı işlerinde çalışmaya başladı. Bir süre derginin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Daha sonra, Uğurböceği Yayınları, Zafer Yayınları ve İlkgençlik Yayınları’ndan oluşan Zafer Yayın Grubu’nun editörlüğünü sürdürdü. Hem kendi ismiyle hem de, çocuklar için yazdığı popüler bilim kitaplarında kullandığı Tarık Uslu ismi ile pek çok kitabı yayınlandı.
Şu Acayip Hayvanlar Kısa Özet
En Güçlü Kim?
EĞER BİR GEYİK BÖCEĞİ, halter yarışmalarını seyretseydi, gülmekten yerlere yatardı. Neden mi? Çünkü 2 gram ağırlığındaki bir geyik böceği, kendi ağırlığının tam 200 katı yük kaldırabilir. Bir haltercinin aynı oranda ağırlık kaldırdığını düşünebiliyor musunuz? Mesela, 100kiloluk bir halterci, geyik böceği kadar güçlü olsaydı tam 20 ton ağırlık kaldırabilirdi.
Eğer bir antilop, maraton yarışlarına katılabilseydi; durum insanlar için, çok daha dramatik, olurdu. Çünkü yaklaşık 42 km. olan maraton mesafesini, en süper koşucu bile 2 saat gibi bir zamanda tamamlayabilir. Oysa bir antilop için bu mesafe, 40 dakikalık bir iştir. Üstelik saatte 65 km. gibi ortalama bir hızla!
Allah, antiloplara kendilerini koruyabilmek için hızlı koşmak gibi bir özellik vermiş. Böylece, leoparlardan, aslanlardan ve işte bu türden yırtıcılardan çoğu zaman kaçabilirler.
Antilopların bacak ve kas sistemleri herşeyiyle hızlı koşmak için yaratılmıştır. Ancak asıl sır, onların ciğerlerindedir.
Antilopların ciğerleri, insanlardan çok daha hızlı nefes alıp verebilecek şekilde yaratılmıştır. Bu turbo(!) ciğer sistemi sayesinde antilop, bir dakika içinde insandan 4 ya da 6 kat daha fazla havayı teneffüs edebilir.
Hani biz koşarken nefesimiz kesilir ya; işte antilopların nefesi hiç kesilmez! Peki beslenmek için antilopları avlamak zorunda olan leoparların durumu nedir sizce?
Onlar da sıkı koşuculardır.
Olağanüstü omurga ve kemik sistemleri sayesinde, durdukları yerden tam 14 metre uzağa atlayabilirler. Bakın bunu öğrendiğimiz çok iyi oldu. Sakın bir leoparın miskin miskin oturduğuna aldanıp 14 metreden daha yakınına yaklaşmayın. Aslında siz hiçbir zaman bir leoparın yanına yaklaşmasanız daha iyi olur. Çünkü bir leopar 2 saniye içinde tam 75 km. hıza çıkabilir. Bu durumda, aynı süre içinde sadece 25 km. hız yapabilen bir insan olarak, pek şansınız yok gibi görünüyor.
Yüzyıl kadar önce, kendini beğenmiş bir Amerikalı güreşçi “Ben bir aslanla güreşeceğim” diye tutturmuş. Derdi de, insanların aslanlardan daha kuvvetli olduğunu ispat etmekmiş.
Galiba çocukluğunda çok fazla Tarzan çizgi romanı okumuş ve okuduklarının etkisiyle böyle saçma bir işe kalkışmış.
Karısı onu bu işten vazgeçirmeye çalıştıysa da sözünü dinletememiş ve adam yüzlerce kişinin gözü önünde aslanla güreşerek onu yenmiş!
“Ne!! Aslanı yenmiş mi?” dediniz?
Evet güreşçi aslanı yenmiş ancak işin içinde küçük(!) bir hile varmış. Güreşçinin adamları, ringe çıkmadan önce aslanın ağzını uzaktan görünmeyen bir ağ ile sıkıca bağlamışlar. Pençelerine ise babaannemin ördüğü patikler gibi patikler geçirmişler.
Eh, bu şartlar altında aslan ne yapsın, moral olarak çökmüş bir kere.
Eğer bu küçük hile yapılmamış olsaydı, değil güreşçi, Tarzan’ın kendisi gelse (kırk kaplan gücündeki Fantoma da olabilir) öyle filmlerdeki gibi bir aslanı kol gücüyle yenmeyi, ancak rüyasında görürdü.
Güç kuvvet konusunda ayıların da hatırı sayılır bir yeri vardır.
Bir boz ayı, bir arabanın kapısını kâğıt gibi bükebilir hele de arabanın içinde bir kavanoz bal varsa bunu arka arkaya 10 kez yapabilir.
Fillerin de çok güçlü olduklarını söylemeye gerek yok sanırım. Ancak onların 40 bin ayrı kastan oluşan o muhteşem hortumlarının, bir insanı tutup bir ağacın tepesine rahatlıkla fırlatabileceğini sakın aklınızdan çıkarmayın.
Hipopotamlar! Ne zaman bir hipopotam görsem.. Hipopotam da kim mi oluyor? Suaygırı canım. Evet ne zaman bir hipopotam görsem gülmekten kendimi alamam o devasa ağızlarını açıp, minicik kulaklarını titretmeleri bana çok komik gelir. Ancak bir hipopotama da çok fazla yaklaşmak hiç akıllıca bir şey değildir. Çünkü çeneleri bir ağaç kütüğünü parçalayabilecek kadar güçlüdür.
Fakat ısırma konusunda kimse köpekbalıklarıyla yarışamaz. Bir köpekbalığı ağzını sıkıca kapattığında dişlerinin her bir santimi 3 tonluk bir basınçla sıkar. Artık arada kalanın canı çıksın demeye bilmem gerek var mı?
Goriller bir tüfeğin namlusunu çubuk kraker gibi kırabilir, boğalar ise duvar kalınlığındaki tahta perdeleri bir kafa darbesiyle paramparça edebilirler.
Sakın merak etmeyin, kendinizi yeryüzünün en zayıf ve güçsüz canlısı olarak da görmeyin! Sizi sakinleştirecek ve hayvanların karşısında ezik duruma düşmekten kurtaracak bölüme geldi sıra.
Evet, Allah her hayvana ne kadar kuvvet gerekiyorsa o kadar kuvvet vermiş. İnsana ise bir miktar kuvvetle birlikte kas gücünden çok çok çok daha önemli bir güç olan AKIL nimetini vermiş. İşte biz aklımızı kullanarak, o korkunç aslanlarla sirklerde oyuncak gibi oynarız. Küçücük çocuklar ellerine aldıkları cılız sopalarla dev gibi mandaları suya götürür; sonra da susuz getirir. (Ancak mandaların bundan hiç hoşlanmayacağı kesin!) Minicik bir kız çocuğu 2 tonluk bir ineğin memelerine asılıp bir kova süt sağar. Hipopotamları hayvanat bahçelerine kapatıp, karpuz kabuğu ile besleriz. Tonlarca ağırlıktaki balinaları gemilerimize çekip, yağlarından mum yaparız.
Biz insanız, Allah bizi yeryüzündeki bütün canlılardan çok daha üstün yarattı.
İsterseniz gidip bir aynaya bakın ve hazır aynaya bakmışken, Allah’ın sizi bütün canlılardan çok çok çok daha güzel yaratmış olduğunu da görerek, O’na şükredin olur mu…
Hayvanlar Hastalandığında
HA..HA..HA..HAPŞUUU!
Üzerinize afiyet çocuklar. Ben biraz üşütmüşüm. Bir nane limon kaynatıp, kalınca bir battaniyeye sarıldım. Belki biraz terlersem kendimi daha iyi hissederim. Olmazsa yarın bir doktora giderim. Umarım bana iğne vermez! Allah’ım lütfen iğne olmasın, en acı Şurubu içmeye, en iri hapları yutmaya razıyım, iğne olmasın ne olur!
Ama iyileşmem için iğne vurulmam gerekiyorsa elbette vurulurum. Üst kat komşumuzun bir oğlu var; adı Gürbüz. Geçenlerde hastalanmış. Doktor iğne vermiş, annesi diyor ki, “Bizim Gürbüz onca iğneyi yedi ama gık bile demedi!”
Evet, elbette iğne vurulmam gerekiyorsa vurulurum. Ama kimse benden Gürbüz kadar cesur olmamı beklemesin. Yalan yok, iğneden korkuyorum. Ama Gürbüz’de fareden korkuyormuş. Oysa ben ne fareden, ne de başka bir hayvandan korkarım. Bırakın korkmayı ben hayvanları çok severim.
Madem, söz hayvanlardan ve hastalıktan açıldı, size bir hatıramı anlatayım dinler misiniz? Dinleyin yoksa iğne yaparım! Şaka şaka…
Uzun yıllar önce, evimizin bahçesinde yaşayan ve babamla birlikte ava giden bir köpeğimiz vardı. Adı Torlak’tı ve kıvır kıvır kahverengi tüyleri olan ilginç bir köpekti. İyi bir av köpeği olmalıydı ki, hayatının son günlerine kadar bizim evin bahçesinde yaşadı. Bir yaz günü ben Torlak’ı tıpkı bir inek gibi bahçede otlarken gördüm!
Evet, Torlak obur bir köpekti. Onun, fasulye, pilav, çaya batırılmış ekmek ve revani yediğini görmüştüm ama, bu kadarını hiç beklemiyordum. Torlak gözlerimin önünde resmen otluyordu. Akşam babam gelince daha kapıda önünü kestim ve Torlak’ın inekler gibi otladığını hemen oracıkta rapor ettim. Babam işten eve yorgun gelen bir adamdı, ama benim sorularımı asla cevapsız bırakmazdı:
Daha sonraları ben Torlak’ı pek çok kez bahçede otlarken gördüm. Demiştim ya, obur ve Şişko bir köpekti Torlak; demek ki sık sık, karnı ağrıyordu. Allah hayvanlara düşmanlarından korunmaları için çeşitli özellikler vermiştir. www.cevapoloji.com Mesela, kaplumbağaların sert kabukları vardır, kuşlar uçar gider, antiloplar çok hızlı koşar, kurbağalar suya atlar.. Hastalanan hayvanlar da Allah’ın kendilerine öğrettiği türlü türlü şekillerde hastalıklarını tedavi etme yöntemlerine başvururlar.
Şimdi size çok ilginç bir iki örnek vereceğim:
Maymunlar, genellikle yaprak, meyve gibi şeyler yerler. Bazen bu yaprakları hiç çiğnemeden olduğu gibi yutarlar. Bunu oburluklarından değil, bile bile yaparlar. Çünkü çiğnenmeden yutulan o yapraklar, mide ve bağırsaklarındaki parazitlerin dışarıya atılmasını sağlar. Nasıl iyi fikir değil mi? İyi ama, sadece maymunlar için! Ayağından veya elinden yaralanan bir maymun ne yapar peki? Aleo bitkisini bulur ve bitkinin yapraklarını açarak içindeki sıvıyı yarasına sürer. Sizce maymunlar aleo sıvısının yaralara iyi geldiğini, kendi kendilerine bilebilirler mi? Elbette hayır! Bunu onlara Allah bildirir.
Papağanlar küçük ve renkli meyvelere bayılırlar. Ancak bu meyvelerin bazıları zehirlidir. Bu yüzden sık sık zehirlenmeleri gerekir. Ama hiç öyle olmaz, papağanlar her yemekten sonra üzerine birazcık çamur yerler. Bu çamur, midelerindeki zehiri emer ve dışarıya atılmasını kolaylaştırır.
Filler derilerindeki parazitlerden kurtulmak için, hart hart kaşınırlar desem bana gülersiniz, Çünkü fillerin el ve ayaklarının kaşınmaya pek uygun olmadığını herkes bilir. Peki ne yaparlar? Çamura yatarlar. Evet filler çamur bulduklarında hemen çamura yatarlar. Böylece parazitlerinden kurtulurlar.
Zürafaların uzun boyunları olduğu için kemik yapılarının çok güçlü olması gerekir. Bunun için de kalsiyum almaları Şarttır. Nasıl alacaklar bu kalsiyumu? “Serengeti’deki en yakın eczaneden?” desem bu sorunun cevabı değil, olsa olsa kötü bir espri olur.
İşte gerçek cevap: “Buldukları kemikleri yalayarak!” İşte böyle çocuklar! Gördüğünüz gibi Rabbimiz, her birine apayrı özellikler verdiği hayvanların sağlıklı bir hayat sürmeleri için de ayrı ayrı ilhamlar vermiş. İnsanlara da akıl vermiş. Hem bütün bu harikalıkları düşünüp ibret alalım, hem de kendimiz için iyi olanı kötü olandan ayıralım diye. “Ha..ha..ha..Hapşuuu! Ben bir nane limon daha içsem iyi olacak…”
Hayvanlar Nasıl Uyur?
NASIL uykum var bilemezsiniz. Ancak uyuyamam çünkü yazımı bitirmeliyim. Ama daha ne yazacağımı bile bilemiyorum. O kadar uykum var ki, göz kapaklarımın üzerinde koca bir fil sürüsü oturuyormuş gibi hissediyorum. Yo hayır! Yazımı bitireceğim. İşte uzandığım kanepeden kalkıyorum ve çalışma odama geçiyorum. Hey o da ne? Masamın üzerindeki küçük kavanozda yaşayan şişko kırmızı Japon balığı gecenin bu saatinde hâlâ daha uyanık ve iri gözleri olabildiğince açık. Başını kavanozun camına dayamış, ve dışarısını seyrediyor.
“Seni küçük Şişko! Uykun yok mu senin?” Durun bir dakika! Balıklar uyur mu? Ya öteki hayvanlar? Kedilerin ve köpeklerin uyuduklarını biliyorum. Peki antiloplar, filler, böcekler, yılanlar… Çocuklar, ne yazmam gerektiğini buldum işte! “Hayvanlar nasıl uyur?” Balıklar su içinde hareket etmeden duramazlar. Yüzgeçlerini devamlı hareket ettirmek zorundadırlar. Bunu yapmazlarsa suyun dibine doğru batarlar. Ancak onların da uyumaları gerekir.
Uyuyacakları zaman “yüzme kesesi” adı verilen organlarını hava ile doldururlar. Böylece hareket etmedikleri halde, batmadan belli bir derinlikte durabilirler. Hey durun bir dakika! Birisi, “Köpekbalıklarının yüzme keseleri yoktur” mu dedi? Evet bu doğru köpekbalıklarının yüzme keseleri yoktur. O yüzden 24 saat durmadan hareket etmek zorundadırlar. Ama onlarda uyur. Köpekbalıkları birer ‘UYURYÜZER’dir. Tıpkı uyurgezerler gibi uyurken; bir yandan da yüzerler.
Bir canlının uyuyup uyumadığını gözlerine bakıp anlayabilirsiniz. Göz kapakları kapalıysa uyuyor olabilir. Açıksa büyük ihtimalle uyumuyordur. Peki ya göz kapakları yoksa? Mesela yılanların göz kapakları yoktur. Onların uyuyup, uyumadığını nasıl anlarsınız?
Cevap: Anlayamazsınız!
Küçük böceklerin uyku sistemleri çok basittir. Hareket etme, olduğun yerde kal ve hiç kıpırdama yeter.
Kuşlar ve tavuklar, ağaç dallarında uyurlar. Bu onlar için en güvenli yerdir. Uyurken, pençeleriyle dalları sıkıca kavrarlar. Öyle ki, uyanmadıkları sürece pençeleri asla gevşemez. Kuşlar içinde en tuhaf uyku Şekli filamingolara aittir. Tek ayakları üzerinde uyurlar.
Ayakta uyumak aslında pek çok hayvanın tercihidir. Mesela atlar, filler ve zürafalar ayakta uyuyanlardandır. Ayakta uyumanın en büyük avantajı, aniden uyanmayı gerektirecek bir durum olduğunda ayağa kalkmak için zaman ve enerji harcamamaktır. Zürafalar ayakta uyurlarken o uzun boyunlarını bir ağaca dayarlar. Tıpkı bir yastığa baş koymak gibi, bir ağacın dalları arasına koyduğu başını ve boynunu ancak böyle dinlendirebilir.
Devamı kitapta……