Şu Acayip İnsan Vücudu Özet

Şu Acayip İnsan Vücudu Özet

Şu Acayip İnsan Vücudu Özet
Yayınlama: 29.10.2022
415
A+
A-

Şu Acayip İnsan Vücudu Özet

Şu Acayip İnsan Vücudu Sunuş

Merhaba arkadaşlar! Acayip Şeyler Dizisi’nin yine çok acayip bir kitabı ile karşınızdayım. Bu sefer konumuz insan vücudu. Yani bizzat kendi bedenimiz.

İnsanlar için yeryüzü ve gökyüzü sırlarla, acayip şeylerle ve akıl almaz mucizelerle dolu esrarengiz bir yerdir. Ama evrenin en büyük sırlarından biri, aynaya her baktığında, insanın karşısında durur: Kendi bedeni!

İnsan bedeni; yaratılışı, bir zamanlar yokken var edilişi, ve yokluktan varlığa giden yolda geçirdiği safhalar.. hele de, anne karnında yaşananlar, bu muhteşem makinenin özellikleri ve çalışma şekli, pek çok sırrı, onca bilimsel araştırma ve karıştırmaya rağmen hâlâ daha öğrenilememiş çok, ama gerçekten çok acayiptir bir şeydir.

İnsanlık, binlerce yıl, bu muhteşem makinenin ayrıntıları hakkında hemen hiçbir şey bilemedi. Son elli-yüz yıl içinde attığı adımlar ise, dev bir sırlar okyanusu gibi kıyısında dolanıp durduğu yaratılış mucizesinin üzerindeki sis perdesini, gözlerimizi kamaştıracak kadar aralamaya yetti…

Ben bu kitapta, insan bedeninin en önemli organlarının yapısı, önemi ve çalışma Şekli hakkında size bir sürü bilgi topladım. Ama tüm bu bilgileri size bir ders kitabı gibi değil de, eğlenceli bir öykü kitabı gibi anlatmaya çalıştım. Anlayacağınız, hem öğrenecek, hem de eğleneceksiniz…

Bana inanmıyorsanız, hadi okuyun da görün o zaman…

Tarık USLU

Şu Acayip İnsan Vücudu İçindekiler

  • Ne Gülüyorsun? Anlattığım Senin Hikayen!
  • 100 Trilyonun Birincisi
  • Bölünme Başlıyor!
  • Bir Kur’an Mucizesi
  • Nutfe – Aleka – Mudga
  • Karaciğer Fabrikası
  • Beynimin Kıvrımları
  • Merkez Koruma Altında
  • Nöronlar Nasıl Haberleşir?
  • En Değerli Giysimiz
  • Herkesin Bir Derisi Var, Kimseye Benzemez

Şu Acayip İnsan Vücudu Yazar Profili

Tarık Uslu, 1974 yılında Adapazarı’nda doğmuştur. Milli eğitim hayatı lise son sınıfa kadar sürmüştür. Bütün bu süre içerisinde okumak ve yazmaktan daha önemli bir şey öğrenmemiştir.

Tarık Uslu, lise yıllarında Zafer dergisinin yazı işlerinde çalışmaya başlamış ve uzun yıllar derginin müdürlüğünü yapmıştır.

Tarık Uslu, şu anda Zafer yayınları, Uğurböceği Yayınları ve İlkgençlik Yayınlarından oluşan Zafer Yayın grubunun editörlüğünü yapmaktadır.

Hem kendi ismi olan (Özkan Öze) hem de Tarık Uslu ismi ile pek çok kitabı yayınlanan yazar yazı çalışmalarını aralıksız sürdürmektedir.

Şu Acayip İnsan Vücudu Hazırlayanlar ve Emeği Geçenler

Basım Dili : Türkçe
Boyut : Normal Boy
Cilt Durumu : Ciltsiz
Sayfa Sayısı : 160
Yaş Grubu : 6 – 9 Yaş
Yayın Tarihi : 2013
Yazar : Tarık Uslu
Yayınevi : Uğurböceği Yayınları
Barkod : 9789758781966

Şu Acayip İnsan Vücudu Yorumları

6. sınıf da okuyan oğlum için aldım. Sıkılmadan okudu ve fen bilgisi dersinde işlediği konuyla bağlantılı olduğu için dersine de katkı sağladığını düşünüyorum.

Uzun süre kullanacağımızı ve tekrar tekrar okuyacağımızı düşünüyorum. Tatili bol bol okuyarak geçiriyoruz.

Çok güzel. 3. sınıfa giden kızım ilgiyle okudu.

Yorumlara bakıp aldım, çok akıcı bir anlatımı var, okur gibi değil de dinler gibi. Güzel bir eser.

İnsan vücudundaki mükemmel işleyiş ince ayrıntılarına kadar anlatılmış .Kanımızdaki hücrelerden beynimizdeki nöronlara, kemiklerimizin yapısından fasulyeye benzeyen böbreklerimize kadar ve daha sayamadığım birçok şey kitapta var. Fen, biyoloji derslerinden anlamıyorsanız ya da insan vücudu size çok karmaşık geliyorsa bu kitap size yardımcı olabilir. Size hem eğlenerek öğretiyor bilgiyi hem de hikayeleştirerek daha iyi aklınızda kalıyor. Bu kitaptan sonra Şu Acayip Şeyler dizisindeki diğer kitapları da okumayı düşünüyorum.

9 ve 12 yaşındaki kızlarıma aldım. beğendiler ve severek okudular. tavsiye ederim.

Çizimler hoş, anlatım eğlenceli. Tavsiye ederim.

Şu Acayip İnsan Vücudu Arka Kapak

Eskiden çocuklar, anne babalarına dünyaya nasıl geldiklerini sorduklarında, çok acayip cevaplar alırlardı:
“Anne ben nasıl dünyaya geldim“
“Biz babanla dere kenarında dolaşıyorduk, birden taşların kayaların arasında sen gördük. Ay o kadar şirindin ki, alıp eve getirdik!“
“Hadi ya…!“
“Yaa…“
“Çok şirindim demek“
“Çoook…“
Ve taşların arasındaydım öyle mi
“Öyle…“
Elbette anne ve babalar, çocukların sorularını geçiştirmek için savurdukları bu palavralara inanmıyorlardı. Tabii, muhtemelen çocuklar da inanmıyorlardı…

Şu Acayip İnsan Vücudu Kısa Özeti

Ne Gülüyorsun? Anlattığım Senin Hikayen!

Eskiden çocuklar, anne babalarına dünyaya nasıl geldiklerini sorduklarında, çok acayip cevaplar alırlardı:
“Anne ben nasıl dünyaya geldim“
“Biz babanla dere kenarında dolaşıyorduk, birden taşların kayaların arasında sen gördük. Ay o kadar şirindin ki, alıp eve getirdik!“
“Hadi ya…!“
“Yaa…“
“Çok şirindim demek“
“Çoook…“
Ve taşların arasındaydım öyle mi
“Öyle…“

Bu cevaba inanan ve “Bir kardeşim olaydı ne iyi olurdu” diyen pek çok çocuğun, günlerce dere kenarlarında kardeş aramaya çıktığına eminim…

Bazı anne babalar hepinizin bildiği o klâsik leylek hikâyesinden başka hikâye bilmezlerdi.

“Ana ben nasıl dünyaya geldiydim?”

“Seni leylekler getirdiydi!”

“Leylekler he mi?

“He.. dört kilo iki yüz elli gram geliyordun tombalak! Serçeler getirecek değildi ya, leylekler getirdi elbet!”

“Çok acayip..”

“İnanmadın mı?”

“Çık!”

“O vakit akşam baban gelir, ona sorarsın!”

Ancak leylek hikâyesine inanmayan çocukları çok daha korkunç bir palavra beklemekteydi.

“Baba ben nasıl dünyaya geldiydim?”

“Neççen ki?”

“Merak ettiydim..”

“Bahçeye gittiydik. Bi lahana topağı vardı. Aha Şöyle kocaman. Sen onun yaprakları arasındaydın. Aldık eve getirdik.”

“Lahana mı?”

“Lahana lahana!”

Elbette anne ve babalar, çocukların sorularını geçiştirmek için savurdukları bu palavralara inanıyorlardı. Tabii, muhtemelen çocuklar da inanmıyorlardı.

Bir insanın dünyaya geliş hikâyesi, şu yeryüzünde yaşanan tüm öteki hikâyelerden daha çok merak edilesidir. Çünkü bu, hepimizin hikâyesidir.

İnsanlar için yeryüzü ve gökyüzü sırlarla ve akıl almaz mucizelerle dolu esrarengiz bir yerdir. Ama evrenin en büyük sırlarından biri, aynaya her baktığında, insanın karşısında durur: Kendi bedeni!

İnsan bedeninin yaratılışı, bir zamanlar yokken var edilişi ve yokluktan varlığa giden yolda geçirdiği safhalar.. hele de, anne karnında yaşananlar; pek çok sırrını halen daha koruyan olağanüstü bir serüvendir.

İnsanlık, binlerce yıl bu serüvenin ayrıntıları hakkında hemen hiçbir şey bilemedi.

Son elli – yüz yıl içinde attığı adımlar ise, dev bir sırlar okyanusu gibi kıyısında dolanıp durduğu yaratılış mucizesinin üzerindeki sis perdesini, gözlerimizi kamaştıracak kadar aralamaya yetti…

16. yy’daki bir takım araştırmacılar, insanın dünyaya geliş hikâyesine dair öyle acayip bilimsel (!) laflar ediyorlardı ki, onlar da en az, lahana yapraklarının arasındaki bebekler kadar gerçekten uzaktı… Bir takım camları kese yuvarlaya son derece ilkel de olsa mikroskop yapmayı beceren bilim adamları, kıldı, tüydü, sinek kanadıydı.. derken erkek üreme hücresi olan spermleri keşfetmeyi basardılar.

Bu, bilim adına son derece büyük bir keşifti. Fakat, spermin keşfinden sonra dünyaya geliş hikâyemiz konusunda, bazıları akıllara durgunluk verecek bir sonuca vardı…

Güya her bir sperm hücresinin içinde, her şeyiyle tamam bir insan bulunmaktaydı ve bu miniminnacık insan, anne rahmine geçtikten sonra orada Şişe Şişe büyüyor ve işte bebekler de böylece doğuyordu.

Bir kısım bilim adamları bunu fevkalade mantıklı bir açıklama olarak baş göz üstüne ettiler.

Kafası biraz daha çok çalışanlar ise, “Amma attınız ha!” dediler.

“Peki o spermlerin içindeki miniminnacık insancıkların erkek olanlarının da spermleri olduğuna göre, onların içinde de miniminiminiminnacık insancıklar olmalı değil mi?

Ya o miniminiminiminnacık insancıkların erkek olanları ne olacak? Onların da spermleri olduğuna göre, onların sperm hücreleri içinde de her şeyiyle tamam
miniminiminiminiminiminiminimini insancıklar olacak ve tabii onların erkek olanların sperm hücrelerinin içinde de, miniminimini…”

Adamlar haklıydı!

Ve bu matruşka bebekleri gibi iç içe geçmiş mikro insancıklar problemi, uzun bir süre insanların kafalarını kurcaladı durdu.

İlerleyen yıllarda bilim insanları annelerin bedenlerinde bulunan üreme hücrelerini yani yumurtayı keşfettiler. Ya da, sizi devasa bilgi birikimim(!) altında ezmemek için söylemediğim bilimsel adı ile, OVUM’u…

Bu da çok büyük bir keşişfti elbette.

Böylece insanlık, sperm hücrelerinin içindeki mikro bebekler probleminden kurtulup derin bir nefes aldı.

“Kusura bakmayın yanılmışız!” dediler. “O miniminiminiminicik insancıklar sperm hücrelerinin içinde değil; yumurta hücrelerinin içindeymiş!”

Sanırım yumurta hücrelerinin sperm hücrelerinden çok çok daha büyük olması, bilim adamlarının, “Orda yoksa burda kesin vardır! Baksana bunlar daha büyük!” demeleri için yeterli bir gerekçe idi…

Sonraki yıllarda insanlar, yaratılış serüvenimiz hakkında çok daha başka ve çok daha doğru bilgileri keşfettiler de, yaratılış hikâyemiz hakkında, doğru düzgün bilgi sahibi olduk. www.cevapoloji.com

Fakat bu keşfedilen gerçekler, dere kenarlarından toplanan bebek hikâyelerinden, leyleklerin evlerin çatılarına bıraktıkları kardeş masallarından, lahana yaprakları arasında tombul tırtıllar gibi kıvrılıp uyuyan bebek palavralarından, sperm ya da yumurta hücreleri içinde tastamam bulunan minnacık insancık teorilerinden çok çok daha inanılmazdı! İnanılmazdı ama gerçekti! Bilim adamlarının ayakları, sonsuz bir mucizeler denizinin dalgalarıyla ıslanıyordu.

Bir bebeği oluşturan tüm özelliklerin yarısı sperm hücresinde, yarısı da yumurta hücresinde saklıydı ve bunlar bir araya geldiklerinde, yeryüzünün en olağanüstü en acayip, en muhteşem hikâyesi başlıyordu!

Bir insanın hikâyesi…

100 Trilyonun Birincisi

BU hikâye, anne rahmindeki bir yumurta hücresinin babadan gelen bir sperm hücresi tarafından döllenmesiyle başlar. Döllenme, rahme düşen milyonlarca sperm hücresinden yumurtaya ulaşan birkaç bin tanesinden sadece bir tanesinin, yumurtanın çok özel yaratılmış esrarengiz kabuğundan içeriye girivermesidir.

Kaderinde bir insan olmak yazılı bu sperm hücresi, bize göre çok kısa, ama bir spermin boyutlarına göre, uzun ve tehlikeli bir yoldan gelmiştir.

Babanın vücudundaki yolculuklarını saymazsak, anne rahmine düşen spermlerin kendilerinden 20 cm kadar uzaklıktaki yumurtaya doğru yol alıp ulaşmaları, yetişkin bir insan için 5000 m’yi yüzerek geçmesi gibi devasa boyutlarda bir iştir.

Bu zor yolculuğu sağ salim atlatıp, yumurta hücresinin dış duvarlarına dayanan sperm sayısı 500 ile 1000 kadardır. Başlangıçtaki sperm sayısı ise 300 milyonu bulur! www.cevapoloji.com

Yumurta hücresinin etrafını saran bu 1000 sperm hücresinden sadece bir tanesi yumurtanın içine girebilecektir.

Ve seçilmiş sperm, yumurta hücresinin zarından içeriye, minik bir delik açarak, tüm yolculuğu boyunca kullandığı kuyruğunu dışarıda bırakarak girer.

Yumurta, böylece döllenmiş olur.

Bu andan itibaren yumurtanın zarındaki delik derhal kapatılır. Hücrenin etrafındaki zar yenilenir. Artık hiçbir sperm hücresi içeriye giremez.

İşte vücudumuzu oluşturan 100 trilyon hücrenin en birincisi, bu döllenmiş yumurta hücresi yani ZİGOT’tur…

Simdi elinize bir toplu iğne alın ve o toplu iğnenin toplu değil de, sivri ucuna dikkatlice bakın. Zigot, o kadarcık bir şeydir işte. Hatta daha da küçüktür.

İşte bu toz zerresi kadar küçük şey, 9 ay sonra, ortalığı ayağa kaldıran viyaklamalarla dünyaya merhaba diyecek.. Annesinin kuzusu, babasının bir tanesi olacak…

Bölünme Başlıyor

YUMURTA HÜCRESİNİN döllenmesinin üzerinden 24 saat geçtikten sonra inme başlar. Döllenmiş yumurta yani zigot, tek bir hücre iken, bölünerek iki hücre olur. Ancak bu bölünme, bir elmanın ikiye bölünmesi gibi değildir.

Elmayı ikiye böldüğünüzde iki yarım elma elde edersiniz. Zigot bölündüğünde iki yarım hücre değil iki tam hücre ortaya çıkar. Yani siz elmayı yiyorsunuz ve iki elmanız oluyor! Bu gerçekten garip ve acayip bir durumdur.

100 trilyon hücrenin ilk iki tanesi de kısa bir süre sonra bölünür ve ortaya 4 hücre çıkar.

Bu böyle devam eder.. Üç gün sonra ortaya 12-16 hücrelik bir yığın çıkar.

Bölünme işlemi bir yandan sürerken, minik hücre yığını anne rahminde, en rahat edeceği ve en iyi korunacağı yere doğru, küçük ama çok önemli bir yolculuğa çıkarılır. Ve doğacağı ana kadar da orada kalır.

4-5 gün sonra minik hücre yığını yaklaşık 100 hücreden oluşan bir kitle haline gelir.

Ancak ortada yine son derece hayret edilecek bir durum vardır. Çünkü düne kadar, yeni oluşan hücreler birbirinin tıpkısı iken; bu durum aniden değişir.

Yeni hücrelerden bazıları, bulundukları yerden alınıp başka bir yere gönderilirler.

Bazılarının büyüklüğü diğerlerinden çok daha hızlı artar. Bazıları ise daha küçük kalır.

Bazı hücreler ortalarında bir boşluk oluşturacak şekilde bir araya gelirler.

En garibi de, belli yerlerdeki hücreler diğerlerinden bambaşka bir şekil almaya başlarlar. Kimi içe doğru bükülür, kimi dışa doğru…

Bunu elma örneği ile açıklarsak, ortaya Şöyle bir durum çıkar:

Siz elmanızı ikiye bölüyorsunuz ve iki yarım yerine iki tam elmanız oluyor.

Sonra o iki elmayı da ortadan ikiye bölüyorsunuz ve 4 tam elmanız oluyor.

Sonra o 4 elmayı da ortadan ikiye bölüyorsunuz 8 tam elma sepette sizi bekliyor.

Sonra o 8 elmayı tek tek ortadan ikiye bölüyorsunuz ama bu sefer bazıları elma yerine armut, bazıları kiraz, bazıları muz, bazıları da şeftali oluyor!!!

Böldüğünüz elmalarının giderek çoğalması gibi garip bir duruma alışmaya çalışırken, bu yeni durum karşısında şaşkınlıktan aklınız başınızdan gidiyor!

İşte, yaratılışımızın ilk günlerinde bedenimizi oluşturacak o ilk ……………..

Karaciğer Fabrikası

ÇOCUKLUĞUMDA, Kurban Bayramlarının, benim için en güzel taraflarından biri, adını duyduğum, resimlerini gördüğüm kalp, akciğer, böbrek, mide ve karaciğer gibi organların bir ineğe ait olsa da gerçeğini görmek, elime almak, kesip biçmek, içine dışına iştahlı bir merak ile bakmaktı.

Özellikle karaciğere pek meraklıydım. O diğer organlardan farklı bir kıvamdaydı. Adı karaciğer olsa da, aslında rengi kara değil; kopkoyu kırmızıydı.

Karaciğer hakkında öğrendiğim ilk bilgi, Etrükslerin, karaciğeri fal bakmak için kullandıkları oldu! Umarım bu işi sadece ineklerin karaciğerlerini kullanarak yapıyorlardır…

Karaciğerin birbirinden önemli 500 ayrı görevi vardır. Elbette bunların hepsini burada saymaya kalkacak değilim. Ama genel olarak karaciğer, sindirim sistemimizden gelen kanın, içine yeni katılmış maddelerini denetlemek, şöyle bir elden geçirmek, bir kısmını yeniden işleyip, hücrelerin kullanabileceği hale getirmek gibi önemli bir görevi bulunur.

………….

Beynimin Kıvrımları

EĞER en son model bir bilgisayarın yaptıklarını görünce, hayretten ağzınız gerçekten O bir karış açılıyorsa; biraz sonra okuyacaklarınızdan sonra, çeneleriniz diz kapaklarınıza çarpacak demektir!

Biz annemizin karnında, beşinci haftamızı doldurduğumuzda, ve henüz adı anılmayacak bir şey, bir et parçası gibi bir şey olduğumuz günlerde, durmadan bölünen ve bölündükçe çoğalan hücrelerimizden bazıları, diğerlerine hiç benzemeyen bir şekle büründüler.

Eğer öteki hücrelerin aklı olsaydı, kendilerinden çok farklı bu tuhaf hücrelere bakıp “Size ne oldu da böyle oldunuz?” diyeceklerdi. “Ne tuhaf bir görüntünüz var!”

O garip hücreler ise:

“Burada hangi iş kendi kendine, tesadüfen ve boşu boşuna oluyor ki? Biz böyle bir şekle büründürüldüysek, kim bilir Allah bizden şu yaratmakta olduğu insanın hangi organını yapacak?” diye cevap verirlerdi.

Ve zaman akıp giderken, bir kısım hücreler mide, bir kısmı kalp, bir kısmı kan, bir kısmı böbrek, bir kısmı kas, kemik, göz, dil, kulak.. olur. O garip hücre yığını ise, tüm bu organların idare edildiği kontrol merkezi olan beyin…

Bir insanın beyninde ortalama 100 milyar nöron bulunur.

Bu 100 milyar nöronun her birinde akson ve dendrit adı verilen kollar sayesinde birbirleriyle hiç durmaksızın iletişim içindedirler. Snaps adı verilen bu bağlantılar sayesinde beyin hücreleri birbirleriyle haberleşirler ve birbirlerine mesaj gönderirler.

………..

Tabi ki kitabı okursanız içinde çok büyük bilgilere erişeceksiniz. Kısa kısa sizlere Şu Acayip İnsan Vücudu kitabının özetini sizlere aktardık. Bu kitaplar göz ardı edilecek kitaplar değildir. Sizlere çok çok büyük katkısı olacaktır ve yazara çok teşekkür edeceksiniz. Şimdi de kitabı okuyanların yorumlarını görelim.

Bir Kur’an Mucizesi

ACABA, yıldızlardan, dağlardan, aşılayıcı rüzgarlardan, bulutlardan, demirden, dolu tanelerinden. bahseden Kur’an insanın yaratılışı gibi önemli bir konuda ne diyordu? 1400 sene önce, insanlığa gönderilen Kur’an’da insanın yaratılışı ile ilgili ayetler var mıydı?

Ve bu ayetlerde anlatılanlar, bilim adamlarının taş çatlasa 50-100 sene kadar önce keşfettikleriyle uyuşuyor muydu?

Elbette Allah Kur’an’daki, pek çok ayette insanın anne karnındaki yaratılması gibi büyük bir olaydan bahsetmekteydi.

Ve bu yaratılış ayetlerinin hepsi, bilimin en yeni keşifleriyle azıcık aklı ve vicdanı olan herkesin hayranlıktan ağzını açık bırakacak birer mucizeydi.

Hele durup, bir iki nefes alan, sonra da gözlerini kapatıp; bu ayetlerin 14 asır önce, insanların kız çocuklarını diri diri toprağa gömdükleri bir çöl memleketinde vahyedildiğini düşünen biri için, Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna başka hiçbir delil aramadan iman etmesine fazla fazla yetecek kadar mucizeydi…

Mesela Hacc Suresi’nin 5. ayeti:

“..Biz sizi önce topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir alekadan, sonra kısmen şekillenmiş , kısmen şekillenmemiş bir çiğnem etten (mudga) yarattık..”

Mesela Mü’minün Suresi’nin 12, 13 ve 14. ayetleri:

“And olsun, Biz insanı çamurun özünden yarattık. Sonra ona sağlam bir karar yerinde bir nutfe yaptık.

Sonra nutfeyi aleka halinde, alekayı mudga halinde yarattık. Mudgayı da kemik halinde yarattık; kemiklere ise et giydirdik.

Sonra onu bambaşka bir yaratışla insan ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!”

Bir de, Mü’min Süresi’nin 67. ayeti var:

“Sizi önce topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir alekadan yaratan, sonra da olgunluk çağışa ve nihayet ihtiyarlığa eri meniz için bebek olarak çıkaran O’dur. Kiminiz bundan önce öldürülür; kiminiz de, aklınızı kullanırsınız diye, belirleşmiş bir vakte erişecek kadar yaşatılır.”

Kur’an’ın, Sevgili Peygamberimiz’e (asm.) tam 1400 sene önce Allah tarafından Melek Cebrail aracılığı ile vahyedilen ilk iki ayet de, insanın yaratılışı ile ilgilidir:

“Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir kan pıhtısından (Alâk) yarattı.”

Alâk Süresi, 1-2

Bu ayetlerin bizlere işaret ettiği ilk mana, anne karnındaki yaratılışımızın eski zamanlarda zannedildiği gibi, içinde her şeyiyle tamam bir insancık taşıyan sperm ya da yumurta hücresiyle olmadığıdır.

Bilimin, 18. yüzyıla kadar ciddi ciddi tartıştığı bu gerçek dışı fikirler, Kur’an’ın bin seneden fazla bir süre önce vahyedilen ayetleri karşısında, leylek hikâyeleri kadar komik durmakta değil mi?

Safha safha yaratılışımızı ifade eden ayetlerde tekrar edilen bazı kavramlar dikkatinizi çekmiştir:

Nutfe – Aleka – Mudga

BU KELİMELERİN her biri anne karnındaki yaratılışımızın birbirini takip eden safhalarından birini tarif etmek için kullanılmıştır.

Peki bu safhalar neler ve modern bilimin pek yakın bir zamanda keşfettiği bilimsel gerçeklerle acaba nasıl bir ilgisi var?

NUTFE: Sözlük anlamı bir su damlası demek olan nutfe, burada erkek üreme hücresi yahut, döllenmiş kadın üreme hücresi anlamında kullanılmış.

Her ikisi de neticede bir su damlasıdır ve bizim hikâyemiz, bu su damlacığı ile yani nutfe ile başlar.

ALEKA: En şaşırtıcı benzetme budur. Çünkü alekanın 3 ayrı anlamı vardır ve hepsi de ceninin gelişimi ile doğrudan ilgilidir:

1- Bir yere asılma, tutunma: Döllenmiş yumurta yani zigot, rahim duvarına asılıp tutunur.

2- Sülük: Durmadan bölünüp çoğalan zigot, kısa bir süre sonra minicik bir sülük Şeklini alır.

3- Kan pıhtısı: Cenin içinden kan akan bir damar ağına sahip olmadığı için minik bir kan pıhtısı gibidir.

MUDGA: Ağızda çiğnenmiş lokma anlamında Arapça bir kelimedir.

Ceninin bu aşamadaki hali, üzerinde diş izleri bulunan bir et parçasına benzer. Organları ise yavaş yavaş bu et parçasının içinde belirmeye başlar.

İşte size yaratılış gerçeğimizi 1400 yıl önce adım adım bize tarif eden Kur’an ayetlerindeki mucizeler… Ne demişler, yapan bilir, bilen konuşur…

En Değerli Giysimiz

AYILARIN, fokların, tilkilerin derileri kürkle kaplıdır, kuşların derileri ise tüylerle… Balıkların pullarla, kaplumbağaların sert bir kabukla… İnsanların derileri ise, neredeyse hiçbir şeyle kaplı değildir. İnsan derisi, sadece bir deridir ama bu deri, asla vücudumuzu tepeden tırnağa kaplayan ve bizi, tüm öteki canlılardan daha biçimli ve güzel gösteren bir örtü değildir.

Deri, bizim en değerli giysimizdir.

Vücudumuzun en ağır ve en büyük organıdır.

Üstelik, hayatta kalmamız için bir kalp ve karaciğer kadar gerekli bir organdır…

Derimiz olmadan yaşayamayız…

Herkesin bir derisi var, kimseye benzemez

Hepimizin iç organları birbirine benzer. Mesela iki farklı insana ait kalbi, bir bakışta birbirinden ayıramazsınız. Böbrekleri, akciğerleri, mideleri de öyle.

Fakat bırakın iki ayrı kişiyi yeryüzündeki milyarlarca insanın yüzü birbirinden ayırt edilebilecek kadar farklıdır. Bu farklılık, tüm vücudumuzla birlikte yüzümüzü kaplayan deri ile ortaya çıkar.

Bir an için insanların yüzlerinin böyle mükemmel bir örtü ile kaplanmadığını düşünürsek, geriye korku filmlerinde gördüğümüz kanlı bir kafatası kalır.

Ve tüm kafatasları birbirine benzer… Annene ait bile olsa, gidip yanağına bir öpücük kondurmayı asla istemezsin…

Ve üzeri bir deriyle kaplanmamış bir eli, — dedenin eli bile olsa— kaç lira harçlık verirse versin, öpmeye, asla yanaşmazsın!

Yüzümüzden parmak uçlarımıza kadar bedenimizi çepeçevre saran deri, bizi öteki insanlardan ayırıp özel kılan bir organdır. Ancak derinin bizleri özel ve güzel göstermekten başka görevleri de …..

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.